Felsefe, psikoloji, sosyoloji, edebiyat, politika, bilim ve sanat gibi çeşitli alanlardan günlük hayatta entelektüel düzeyde kullanabileceğiniz 250 önemli kelime veya kavramı, sade ama açıklayıcı bir dille sunacağım. Her kavram kısa bir tanımla birlikte yer alacak.
Entelektüel Kavramlar Sözlüğü (A’dan Z’ye 250 Terim)
Günlük hayatta kullanılabilecek, farklı disiplinlerden 250 entelektüel kelime ve kavram aşağıda alfabetik sırayla listelenmiştir. Her bir terimin yanında, kavramın sade ama entelektüel düzeye uygun kısa bir açıklaması verilmiştir.
A
- Adalet: Toplumda ve hukukta, hak ve doğruluğun gözetilmesi; herkese hakkını verme ilkesi.
- Aforizma: Özlü ve çarpıcı bir şekilde ifade edilmiş, derin anlamlı kısa söz.
- Agnostisizm: Tanrı’nın veya mutlak gerçeklerin bilinemez olduğunu savunan felsefi görüş; insan bilgisinin sınırlarını vurgular.
- Ahlak: İyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı belirleyen toplumsal değerler bütünü; etik davranış normları ve geleneksel doğru-yanlış anlayışı.
- Altruizm: Başkalarının yararını kendi çıkarının önünde tutan özgecilik anlayışı; fedakârlık ve diğerkâmlık prensibi.
- Ampirik: Deney ve gözleme dayalı; teorik olmaktan ziyade pratik ve somut verilerle doğrulanmış olan (örneğin ampirik bilgi, deneyim sonucu elde edilir).
- Anakronizm: Bir olgu veya objeyi ait olmadığı bir zaman dilimine yerleştirme yanılgısı; tarihsel sıraya uymayan kronolojik hata.
- Analoji: İki farklı şey arasındaki benzerlikten yola çıkarak yapılan kıyas veya karşılaştırma; benzetme yoluyla açıklama yöntemi.
- Anarşi: Otorite veya yönetimin olmadığı, kural tanımaz ve düzensiz durum; politikada, devlet otoritesinin reddedildiği toplumsal yapı.
- Anksiyete: Nedeni belli olsun veya olmasın hissedilen sürekli endişe, kaygı veya gerginlik durumu.
- Antagonist: Edebiyat ve tiyatroda, baş kahramanın (protagonistin) karşısındaki rakip veya düşman karakter; genel anlamda bir amaca veya kahramana karşı olan kişi.
- Antitez: Bir teze (öne sürülen fikre) karşı geliştirilen zıt görüş; diyalektik düşüncede, tezle çatışan ikinci unsur.
- A posteriori: (Lat.) Deneyimden veya gözlemden sonra gelen bilgi; olgulara dayalı çıkarım yoluyla elde edilen sonuç.
- A priori: (Lat.) Deneyime dayanmaksızın, önsel olarak akıldan türetilen bilgi; doğuştan veya zihinsel öncüllerle bilinen kabul.
- Aristokrasi: Soylular veya ayrıcalıklı bir zümre tarafından yönetilen siyasi düzen; ayrıcalıklı elit sınıfın egemen olduğu yapı.
- Arketip: Bir şeyin ilk örneği veya temel modeli; psikolojide, kolektif bilinçdışında yer alan evrensel sembol veya imge (örn. “bilge ihtiyar” arketipi).
- Ataerkillik: Ailede ve toplumda erkek otoritesinin baskın olduğu düzen; erkeğin egemen olduğu toplumsal yapı (patriyarka).
- Ateizm: Tanrı’nın varlığına inanmama; herhangi bir ilahi varlığı reddeden görüş, tanrısızlık inancı.
- Absürt: Saçma, akla ve mantığa uygun olmayan; özellikle varoluşçu felsefede evrenin anlamsızlığını ifade eden kavram.
- Avangart: Sanat, kültür veya politikada yenilikçi ve deneysel yaklaşımları benimseyen; öncü ve alışılmadık akım veya kişi.
- Aydınlanma: 18. yüzyıl Avrupa’sında akılcılık ve bilimi temel alarak dogmaları sorgulayan düşünce çağı; genelde bireyin bilgiyle özgürleşmesini vurgulayan dönem.
- Algoritma: Bir sorunu çözmek veya bir işi adım adım gerçekleştirmek için tasarlanmış işlem dizisi; özellikle bilgisayar biliminde, girdilerden sonuca ulaşan yönergeler bütünü.
- Anomi: Toplumda geleneksel değer ve normların çözüldüğü, bireylerin kuralsızlık ve amaçsızlık hissine kapıldığı durum; toplumsal düzenin zayıflaması sonucu oluşan kargaşa.
B
- Bağlam: Bir sözün, olayın veya kavramın içinde bulunduğu durum veya ortam; anlamın doğru anlaşılması için gereken koşul ve ilişkiler bütünü.
- Bağnazlık: Kendi inanç veya görüşlerini mutlak doğru kabul edip farklı düşüncelere tahammül göstermeme; düşünsel hoşgörüsüzlük, fanatizm.
- Barbarlık: Uygarlık ölçütlerine göre kaba, vahşi veya ilkel davranış ve yaşam tarzı; medeniyet yoksunluğu durumu.
- Başat: Belirli bir ortamda veya ilişkide en güçlü, baskın veya öncelikli olan; egemen, hâkim konumda bulunan.
- Bellek: Zihnin yaşantıları ve bilgileri saklama ve hatırlama yetisi; hafıza.
- Beyin göçü: Nitelikli ve eğitimli insanların kendi ülkelerinden daha iyi fırsatlar için başka ülkelere göç etmesi olgusu; entelektüel veya uzman insan kaybı.
- Bilgelik: Derin bilgi, deneyim ve sağduyuyla kazanılan yaşamı anlama yetisi; bilgi ve erdemi birleştiren akılcı olgunluk.
- Bilinç: Kişinin kendisinin ve çevresinin farkında olma durumu; düşünce, duygu ve algılarının farkındalığı.
- Bilinçdışı: Farkında olunmayan, zihnin farkındalık eşiğinin altında kalan düşünce ve dürtüler bütünü; halk arasında “bilinçaltı” olarak da anılır.
- Bireycilik: Toplumdan ziyade bireyin önemini vurgulayan görüş; bireysel özgürlük ve çıkarları önceleyen tutum veya ideoloji (individualizm).
- Bohem: Toplumun maddi kaygılarına uymayan, özgür ve sıradışı bir yaşam tarzını benimseyen; genellikle sanatçı ve entelektüellerle özdeşleşen hayat biçimi.
- Burjuvazi: Geleneksel olarak kentlerde ticaret ve sanayi ile uğraşan, mülkiyet sahibi orta sınıf; Marksist kuramda üretim araçlarına sahip olan egemen sınıf.
- Barok: 17. yüzyılın abartılı süsleme ve gösterişiyle tanınan sanat ve mimari üslubu; genel olarak aşırı ayrıntılı ve duygusal ifade tarzı.
- Bilişsel: Zihnin düşünme, algılama, öğrenme gibi işlevleriyle ilgili olan; kavrama ve anlama yeteneğine dair (cognitive).
- Bürokrasi: 1. Kamu yönetiminin hiyerarşik ve kuralcı örgütlenme biçimi. 2. Bu örgütlenmenin neden olduğu kırtasiyecilik ve işlerin yavaş ilerlemesi durumu (genellikle olumsuz anlamda).
C
- Cehalet: Bilgisizlik; bir konuda gerekli bilgi ve eğitimden yoksun olma durumu.
- Cemaat: Ortak inanç, amaç veya kimlik etrafında toplanmış topluluk; özellikle dini grup veya tarikat anlamında kullanılır.
- Cinsiyetçilik: Bir cinsiyeti diğeri karşısında üstün veya değersiz gören önyargılı tutum ve ayrımcılık; toplumsal cinsiyet rollerine dayalı tarafgirlik (seksizm).
- Cumhuriyet: Devlet başkanının halk tarafından veya temsilcilerince seçildiği, monarşik olmayan yönetim biçimi; egemenliğin millete ait olduğu hükümet sistemi.
Ç
- Çatışma: Çelişen çıkar, düşünce veya istekler nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlık veya mücadele durumu; bireyler veya gruplar arası uyuşmazlık.
- Çelişki: 1. Aynı anda birbiriyle bağdaşmayan iki durumun bir arada olması; mantıksal tutarsızlık. 2. Kişinin düşünce veya ifadelerindeki uyumsuzluk.
- Çevrecilik: Doğal çevrenin korunmasını ve ekolojik dengenin sürdürülmesini savunan yaklaşım; çevreye duyarlı siyasal ve toplumsal hareket.
- Çoğulculuk: Farklı görüşlerin, inançların ve çıkarların bir arada var olmasını ve temsil edilmesini olumlayan toplumsal veya siyasal anlayış (pluralizm).
- Çözümleme: Bir konuyu veya problemi öğelerine ayırarak inceleme yöntemi; analitik yaklaşımla ayrıntılarıyla anlama süreci (analiz).
D
- Davranışçılık: İnsan ve hayvan davranışlarını sadece gözlemlenebilir tepkiler ve çevresel uyarıcılar açısından açıklayan psikoloji yaklaşımı (behaviorism).
- Deizm: Tanrı’nın evreni yarattığını, ancak ona müdahale etmediğini savunan inanç; vahiy ve mucizeleri reddederek sadece akıl ve doğa gözlemini temel alır.
- Demokrasi: Halkın yönetime doğrudan veya temsilcileri aracılığıyla katıldığı yönetim biçimi; çoğunluk iradesine, eşit oy hakkına ve özgür seçimlere dayalı siyasal düzen.
- Determinizm: Evrendeki tüm olayların ve davranışların, önceden belirlenmiş neden-sonuç ilişkileriyle belirlendiğini öne süren felsefi görüş; özgür iradenin sınırlı olduğunu vurgular.
- Devrim: Toplumsal, siyasal veya ekonomik düzende kısa sürede köklü değişiklik meydana getiren büyük altüst oluş; mevcut düzenin yerine yenisinin zorla veya halk hareketiyle kurulması.
- Diyalektik: 1. Karşıt görüşlerin tartışması yoluyla gerçeğe ulaşmayı hedefleyen düşünsel yöntem. 2. Hegel ve Marx felsefelerinde, tez-antitez-sentez süreciyle ilerleyen evrensel değişim yasası.
- Diktatörlük: Tüm siyasi gücün tek bir liderde veya küçük bir grupta toplandığı, özgür seçimlerin ve muhalefetin bulunmadığı baskıcı yönetim biçimi.
- Dogmatizm: Eleştirel değerlendirme yapmadan bazı ön kabulleri mutlak doğru sayan düşünce tutumu; sorgulamaya kapalı, katı inançlı yaklaşım.
- Dualizm: Varoluşu iki ayrı ve zıt ilke ile açıklayan görüş; örneğin zihnin ve bedenin, iyinin ve kötünün birbirinden bağımsız iki öğe olduğunu kabul etme (ikicilik).
- Diaspora: Bir etnik veya dini topluluğun anavatanından uzakta, farklı coğrafyalara dağılmış olarak yaşaması durumu; dağınık haldeki bu topluluğun kültürel kimliği ve aidiyeti.
- Distopya: Baskı, sefalet veya korku içinde geçen, hayali gelecekteki toplumu betimleyen karamsar kurgusal tasarım; anti-ütopya olarak da bilinir.
- Dürtü: Organizmayı belirli bir davranışa yönelten içsel güdü veya istek; özellikle psikolojide temel biyolojik veya psikolojik itkiler (örneğin açlık dürtüsü).
- Devlet: Belirli bir toprak ve nüfus üzerinde, egemenlik yetkisine sahip siyasi organizasyon; yasama, yürütme ve yargı organlarıyla toplum düzenini sağlayan yapı.
E
- Egemenlik: 1. Yönetme ve karar verme yetkisinin bir kişi, grup veya ulusa ait olması durumu. 2. Bir devletin kendi toprakları üzerinde mutlak otoriteye sahip olması (hâkimiyet).
- Ego: Bireyin benlik duygusu; psikolojide, Freud’un kuramında id ile süperego arasındaki dengeyi sağlayan, gerçeklikle ilişki kuran benlik bileşeni.
- Egoizm: Yalnızca kendi çıkar ve yararını düşünen ahlaki tutum veya öğreti; bencillik.
- Egzajere: Abartmak; bir durumu veya olguyu olduğundan daha büyük, önemli veya aşırı gibi göstermek (mübalağa etmek).
- Egzistansiyalizm: İnsanın varoluşunu, özünden önce konumlandıran; bireysel özgürlük, seçim ve sorumluluğa vurgu yapan 20. yüzyıl felsefe akımı (varoluşçuluk).
- Eklektik: Farklı kaynak veya ekollerden seçmeci bir yaklaşımla derlenmiş; çeşitli öğeleri bir araya getiren tutum (örneğin eklektik sanat farklı stilleri harmanlar).
- Emek: Üretim sürecinde harcanan insan çabası ve iş gücü; alın teri. Ekonomide, üretim faktörlerinden biri olarak işçilik.
- Empati: Kendini bir başkasının yerine koyarak onun duygularını ve bakış açısını anlama becerisi; eşduyum, duygudaşlık.
- Entelektüel: Düşünsel birikimi yüksek, kültürlü ve analitik düşünebilen kimse; toplumun kültürel ve fikirsel alanında etkin olan aydın kişi.
- Entropi: 1. Termodinamikte bir sistemin düzensizlik ölçüsü; enerji dönüşümlerinde kullanılabilir enerjinin azalmasını ifade eden kavram. 2. Mecazen, belirsizlik ve kaos düzeyi.
- Epistemoloji: Bilginin doğasını, kaynağını ve sınırlarını inceleyen felsefe dalı; bilgi felsefesi.
- Estetik: Güzeli ve sanat zevkini konu alan felsefe dalı; sanat ve güzellik üzerine kuramsal düşünce.
- Etik: Doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ahlaki açıdan inceleyen felsefe disiplini; ahlak felsefesi. (Günlük dilde etik davranış, meslek ilkelerine uygunluk anlamında kullanılır.)
- Etnisite: Bir toplum içinde ortak dil, tarih veya kültürel kimlik gibi paylaşılan özelliklere sahip insan grubu; etnik köken.
- Etnosentrizm: Kendi kültürünü veya grubunu merkez alarak diğer kültürleri onun ölçüleriyle değerlendirme eğilimi; farklı kültürleri küçümseyen benmerkezci tutum.
- Evrim: Canlı türlerinin uzun zaman içinde çevreye uyum sağlayacak şekilde değişmesi süreci; Darwin’in doğal seçilim kuramıyla açıklanan biyolojik dönüşüm.
- Ezcümle: “Sözün özü” anlamında kullanılan bir ifade; kısaca, özetle demenin eski ve edebi yolu.
- Ezoterik: Sadece belli bir grubun anlayabileceği gizli veya derin bilgiye ait; dışa kapalı, batıni. (Genellikle gizemci öğretiler veya inisiye gerektiren bilgiler için kullanılır.)
- Eşitlik: Haklar, fırsatlar veya statü bakımından insanların aynı düzlemde olması; ayrımcılık veya ayrıcalık bulunmaması durumu.
F
- Farkındalık: 1. Bireyin kendisinin, duygularının ve çevresinin bilincinde olması durumu. 2. Toplumsal bir sorun hakkında bilgi sahibi olup duyarlılık geliştirme.
- Faşizm: Aşırı milliyetçi, otoriter ve baskıcı bir siyasi ideoloji; güçlü lider kültü, tek parti yönetimi, muhalefetin sindirilmesi ve genellikle ırk üstünlüğü iddiasıyla belirgin yönetim biçimi.
- Feminizm: Kadınların erkeklerle eşit siyasi, ekonomik ve sosyal haklara sahip olması gerektiğini savunan hareket ve düşünce sistemi; cinsiyet eşitliği mücadelesi.
- Fenomenoloji: Özlerin bilimi olarak da anılan, öznel deneyimlerin değişmez yapısını inceleyen felsefi yöntem. Bilincin görüngülerini (fenomenlerini) onların deneyimde göründüğü biçimiyle tanımlar.
- Feodalizm: Toprağa dayalı üretime ve kişisel bağlılıklara (senyör-vassal ilişkisine) dayanan Orta Çağ toplum düzeni; derebeylik sistemi.
- Filantropi: İnsan sevgisi gereği topluma gönüllü olarak fayda sağlama; bağış yapma ve hayır işlerinde bulunma etkinlikleri (hayırseverlik).
- Fundamentalizm: Dini veya ideolojik metinleri kelimesi kelimesine ve tavizsiz uygulamayı savunan katı tutum; modern yorum ve değişimlere kapalı köktenci yaklaşım.
G
- Gelenekçilik: Kültürel ve toplumsal alanda geleneksel değer ve uygulamaları korumayı, ani ve köklü değişimlere karşı çıkmayı savunan düşünce; tutucu, muhafazakâr eğilim.
- Gentrifikasyon: Şehirde eskimiş bir bölgenin varlıklı kişilerce yeniden değerlendirilip dönüştürülmesi süreci; bu süreçte mevcut düşük gelirli sakinlerin bölgeden uzaklaşmak zorunda kalması (soylulaştırma).
- Gerçeklik: İnsan bilincinden bağımsız olarak var olan veya deneyimlenen şeylerin bütünü; objektif hakikat, somut gerçek dünya.
- Gerçeküstücülük: 20. yüzyılda ortaya çıkan, bilinçdışının rüya ve imgelerini sanata yansıtan akım; mantık ve gerçeklik sınırlarını aşan, sürrealist ifade tarzı.
- Görecelik: 1. Fizikte, uzay ve zamanın gözlemciye göre değiştiğini ifade eden Einstein’ın rölativite kuramı. 2. Genel anlamda, bir şeyin değerlendirmesinin bakış açısına veya ölçüte bağlı olması durumu (izafilik).
H
- Habitus: Bourdieu sosyolojisinde, bireylerin ait oldukları toplumsal çevre tarafından biçimlenen düşünce, algı ve davranış kalıpları; yaşam tarzına sinmiş, kalıcı eğilimler bütünü.
- Hakikat: Değişmez ve nesnel gerçek; kesin doğruluk değeri taşıyan bilgi. (Felsefede, algıdan bağımsız mutlak gerçeklik anlamında kullanılır.)
- Halüsinasyon: Gerçekte olmayan şeyleri varmış gibi algılama; zihnin dış uyaran olmaksızın yarattığı işitsel veya görsel yanılsama (varsanı).
- Hedonizm: Hayatı haz alma arayışı üzerine temellendiren ahlaki öğreti; en yüksek iyinin zevk, kötünün ise acı olduğunu savunan hazcı felsefe.
- Hegemonya: Bir devletin veya grubun başkaları üzerindeki baskın kontrolü veya nüfuzu; uluslararası ilişkilerde büyük güç üstünlüğü, toplum teorisinde ise kültürel liderlik yoluyla kurulan egemenlik.
- Hermenötik: Metinleri (özellikle kutsal veya edebi metinleri) yorumlama sanatı ve kuramı; yorumbilim olarak da bilinir, anlamın çözümlenmesini hedefler.
- Heterojen: Farklı türden bileşenlerden oluşmuş; kendi içinde benzeşik olmayan, çok unsurlu (örneğin heterojen toplum, çeşitli kültürleri barındırır).
- Hipotez: Henüz kesinlik kazanmamış, deney ve gözleme dayalı olarak test edilmesi gereken geçici varsayım; bilimsel problemi açıklamak için öne sürülen önerme.
- Hiyerarşi: Basamaklı bir sıralanma düzeni; bir grupta veya organizasyonda makam, statü veya önem bakımından yukarıdan aşağıya doğru dizilim.
- Homojen: Tüm bileşenleri benzer veya aynı türden olan; yapısında çeşitlilik barındırmayan, tekdüze dağılımlı.
- Hümanizm: İnsanı merkeze alan, insan aklını ve onurunu yücelten düşünce akımı; Rönesans’la özdeşleşen, insanın potansiyeline ve etik değerlerine inanan dünya görüşü (insancıllık).
I
- Irkçılık: İnsanları ırksal kökenlerine göre üstün veya aşağı gören ayrımcı inanç ve tutum; belirli bir ırkın diğerlerine hükmetmesi gerektiğini savunan ideoloji.
İ
- İdealizm: 1. Maddi gerçeklikten ziyade ideaların veya bilincin temel olduğunu öne süren felsefi öğreti. 2. Günlük dilde, yüksek ülkülere bağlı olma, maddi çıkarlardan çok ilkelere önem verme tutumu.
- İdeoloji: Toplumsal düzeni açıklayan ve ona yönelik politik eylemi yönlendiren tutarlı fikirler bütünü; bir gruba veya sınıfa özgü dünya görüşü, düşünce sistemi.
- İd: Freud’un psikanalitik kuramında, temel dürtü ve arzuların kaynağı olan ilkel benlik bölgesi; haz ilkesine göre çalışan, bilinçdışı psişik enerji.
- İçgüdü: Doğuştan gelen, öğrenilmemiş davranış kalıbı; bir canlıyı belirli bir amacı gerçekleştirmeye yönelten otomatik biyolojik dürtü (ör. annelik içgüdüsü).
- İçselleştirme: Toplumun değer ve normlarını bireyin kendi değeri haline getirmesi süreci; dışsal bir fikri veya kuralı benimseyip özümseme.
- İktidar: Yönetme ve yaptırım uygulama gücü; siyasi erki elinde bulundurma durumu. (Aynı zamanda bir bireyin veya grubun başkaları üzerinde etkili olabilme kapasitesini de ifade eder.)
- İletişim: Duygu, düşünce veya bilgilerin dil, semboller ya da diğer araçlarla başkalarına aktarılması süreci; insanlar arası etkileşim ve haberleşme.
- İlerleme: Toplum veya teknoloji gibi alanlarda zaman içinde daha gelişmiş, ileri bir düzeye geçiş; genellikle olumlu yönde değişim ve gelişme süreci.
- İmgelem: Hayal gücü; zihinde imge ve fikirler yaratabilme yeteneği. (Özellikle sanatta ve edebiyatta, gerçekte olmayan sahneleri zihinde canlandırma becerisi için kullanılır.)
- İnovasyon: Yenilik; yeni yöntem, ürün veya fikir geliştirme ve bunları uygulama süreci. Özellikle ekonomide ve teknolojide verimliliği artıran yaratıcı yenilikçilik anlamında kullanılır.
- İkilem: İki olasılık veya seçenek arasında kalma durumu; hangi seçimin doğru olduğunu belirlemenin zor olduğu çıkmaz (dilemma).
- İkircikli: Kararsız veya çelişik tutum içinde olan; belli bir konuda kesin bir görüşe varamayan, iki düşünce arasında gidip gelen (ambivalent).
- İroni: Söylenenin tam tersini kastederek ince alay etme sanatı; beklenenin aksine bir durum ortaya çıktığında oluşan gülünç ve düşündürücü zıtlık hali.
- İrrasyonel: Akla veya mantığa dayanmayan; rasyonel olmayan, mantık kurallarına uymayan (örneğin irrasyonel korkular mantıksız korkulardır).
- İtaat: Üst konumdaki bir otoritenin buyruklarına boyun eğme; söz dinleme ve uyma davranışı.
- İzlenimcilik: 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan sanat akımı; doğadaki anlık izlenimleri, ışık ve renk oyunlarını yansıtarak gerçekliği subjektif algı biçiminde resmeder (empresyonizm). Geniş anlamda, öznel izlenimleri ön plana çıkaran herhangi bir yaklaşım.
J
- Jargon: Belirli bir meslek, grup veya alan tarafından kullanılan, dışarıdan olanların anlamakta zorlanabileceği özel terimler ve deyimler bütünü; teknik dil.
- Jeopolitik: Coğrafi konum ve koşulların, devletlerin politikaları ve uluslararası ilişkileri üzerindeki etkisini inceleyen disiplin; bir ülkenin stratejik konumuna bağlı siyasi çıkarlarını analiz eden yaklaşım.
K
- Kaos: Tam bir düzensizlik ve karışıklık hali; öngörülemezlik ve kargaşa durumu. (Fizikte küçük değişimlerin büyük etkiler yarattığı hassas sistemleri de tanımlar.)
- Kapitalizm: Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan, kâr ve piyasa rekabeti güdüsüyle işleyen ekonomik sistem; sermaye birikimini ve serbest pazarı esas alır.
- Kentleşme: Nüfusun ve ekonomik faaliyetlerin kırsaldan kente yoğunlaşması süreci; şehirleşme (urbanizasyon).
- Kimlik: Bir bireyin veya grubun kendine özgü özelliklerinin ve aidiyetlerinin bütünü; sosyolojide kişinin ait olduğu sosyal grupların (etnisite, millet, din vb.) ve kişisel özelliklerinin bileşimi.
- Kitsch (Kiç): Sanatta veya eşyada basitçe duyguları okşayan, bayağı ve aşırı süslü tarz; estetik açıdan değersiz fakat popüler beğeniye hitap eden gösterişli nesne veya üslup.
- Klasisizm: Eski Yunan ve Roma sanatını örnek alan, ölçülülük, uyum ve ideal güzellik ilkelerini benimseyen sanat ve edebiyat akımı; klasikçilik (özellikle 17. yy. Fransız edebiyatında belirgin).
- Klişe: Aşırı kullanımdan dolayı özgünlüğünü yitirmiş söz, düşünce veya davranış; basmakalıp, klişeleşmiş ifade.
- Kolektivizm: Bireyin değil topluluğun yararını ve önceliğini vurgulayan düşünce sistemi; maddi ve manevi kaynakların ortak kullanımını, dayanışmayı önemser.
- Komplo Teorisi: Önemli olayları rastlantı veya açık gerekçelerle değil, gizli ve kötü niyetli güçlerin planlarıyla açıklayan inanç; kanıta dayanmayan komplo iddiaları bütünü.
- Komünizm: Üretim araçlarının ortak mülkiyetine ve sınıfsız bir topluma dayalı, herkesin ihtiyacına göre pay aldığı ideolojik sistem; Marksist kuramda sosyalizmin nihai hedefi olan düzen.
- Konservatizm: Mevcut düzeni ve geleneksel değerleri korumaya, ani ve radikal değişimlere karşı çıkmaya yönelik siyasi düşünce akımı; muhafazakârlık.
- Kozmopolit: Farklı kültür, dil ve milletlerden insanları barındıran; dünya vatandaşlığı fikrine açık. (Kozmopolit şehir, birçok çeşitli kültürün iç içe yaşadığı şehir demektir.)
- Kuantum: Atom ve atomaltı parçacıklar düzeyindeki fiziksel olayları inceleyen kuramsal çerçeve; klasik fizikten farklı olarak, olasılıksal ve parçacık-dalga ikiliğine dayalı prensipleri içerir.
- Kuram: Sistemli ve açıklayıcı model; çeşitli olgu ve ilişkileri tutarlı bir bütün içinde açıklayan kavramlar seti (teori).
- Kutsal: Dinî veya manevi açıdan dokunulmaz ve saygıdeğer kabul edilen; ilahi nitelik atfedilen, dünyevi olmayan. (Zıttı: profan – kutsal olmayan, dünyevi olana ait.)
- Kültür: Bir toplumun maddi ve manevi değerlerinin, inançlarının, gelenek ve alışkanlıklarının tamamı; dil, sanat, mutfak, giyim gibi unsurların bütünlüğü.
- Küreselleşme: Mal, hizmet, bilgi, kültür ve insan akışının uluslararası ölçekte artmasıyla dünya çapında bütünleşme süreci; ekonomik ve kültürel etkileşimlerin sınır tanımaz hale gelmesi.
L
- Laiklik: Din ve devlet işlerinin ayrılmasını öngören yönetim ilkesi; devletin resmi bir dine dayanmaması ve tüm inançlara eşit mesafede durması.
- Liberalizm: Bireysel özgürlükleri, piyasa ekonomisini ve sınırlı devlet müdahalesini vurgulayan siyasi ve ekonomik düşünce akımı; özgürlükçülük.
- Liyakat: İşe alım veya ödüllendirmede kişinin yetenek, eğitim ve başarısını esas alan ilke; ehliyet ve hak edişe göre değerlendirme.
- Libido: Freud’un kuramında, temel dürtüsel yaşam enerjisi, özellikle cinsel arzuları yönlendiren içgüdüsel güç; yaygın kullanımda cinsel istek anlamına gelir.
- Literatür: Belirli bir konu veya alan üzerine yazılmış eserlerin bütünü; aynı zamanda genel olarak edebiyat anlamında da kullanılır. (Akademik bağlamda “literatür taraması”, ilgili alandaki yazılı kaynakların incelenmesini ifade eder.)
- Lümpen: Aslen Marx terminolojisinde lümpenproletarya, sınıf bilinci olmayan alt tabaka için kullanılır; güncel dilde kültürsüz, görgüsüz veya bayağı zevkleri olan kimse anlamında aşağılayıcı bir sıfat.
M
- Makyavelizm: Amaca ulaşmak için her türlü aracın mübah olduğunu savunan siyaset anlayışı; adını Machiavelli’den alır, iktidarı sürdürmek uğruna ahlaki kaygıları ikinci plana atan pragmatik tutumu ifade eder.
- Manipülasyon: Kendi çıkarına uygun sonuç elde etmek için bilgiyi çarpıtma veya insanları fark ettirmeden etkileme eylemi; yönlendirme ve hile yoluyla kontrol etme girişimi.
- Mantık: Doğru düşünmenin ve tutarlı akıl yürütmenin kurallarıyla ilgilenen disiplin; akla uygunluk ve çelişmezlik ilkelerini inceleyen felsefe dalı (günlük dilde “mantık”, tutarlılık anlamında da kullanılır).
- Marjinal: Toplumun ana eğilim ve değerlerinden farklı olan veya dışında kalan; ayrıca bir şeyin sınırında, uç noktasında bulunan anlamında da kullanılır (ör. marjinal fikir, genel kabullerin dışında kalan fikir).
- Marksizm: Karl Marx ve Friedrich Engels’in geliştirdiği, sınıf mücadelesi ve tarihsel materyalizm üzerine kurulu ekonomik ve toplumsal teori; üretim araçlarının ortak mülkiyetini ve sınıfsız bir toplum hedefler.
- Materyalizm: Tüm gerçekliğin maddesel öğelerden ibaret olduğunu, zihinsel veya ruhsal olguların bile maddi süreçlere dayandığını ileri süren felsefi öğreti; maddecilik.
- Metafizik: Fizikötesi; deney ve gözlemle bilinemeyen varlık ve ilkelerin incelendiği felsefe dalı. Evrenin ve varoluşun nihai doğasına dair spekülatif sorularla uğraşır.
- Metafor: Benzetme yoluyla bir kavramı başka bir kavramla anlatma sanatı; mecaz. (Örneğin “zaman su gibi akıp gidiyor” ifadesinde zaman, akarsu metaforuyla açıklanmıştır.)
- Meşruiyet: Yasallık veya toplumsal kabul görme durumu; bir iktidarın, kuralın veya eylemin hukuk kurallarına ya da genel ahlaka uygun bulunması hali (meşruluk, legitimite).
- Milliyetçilik: Millet olgusunu ve ulusal çıkarları her şeyin üstünde tutan ideoloji; genellikle ortak dil, kültür ve tarihe sahip ulusun bağımsızlığını ve birliğini savunur.
- Mistisizm: Doğrudan iç deneyim yoluyla ilahi veya mutlak gerçeklikle birleşmeyi amaçlayan manevi yönelim; gizemcilik. Akıl ve duyudan ziyade sezgi ve vecd haline önem verir.
- Mitoloji: Bir kültüre veya dine ait efsanelerin, tanrı ve kahraman öykülerinin bütünü; bu öyküleri ve sembolik anlamlarını inceleyen bilim dalı. (Örn. Yunan mitolojisi, tanrılar ve kahramanlar hikâyelerinden oluşur.)
- Mizojini: Kadınlara karşı duyulan temelsiz nefret veya aşırı önyargı; kadın düşmanlığı tutumu.
- Modernizm: Sanat ve düşüncede geleneksel formları reddedip yenilik ve deneyselliği benimseyen akım; özellikle 19. yy sonu ve 20. yy başında ortaya çıkmış, endüstrileşme ve şehirleşmenin etkisiyle şekillenen kültürel yönelim.
- Monarşi: Tek bir hükümdarın (kral, imparator vb.) ömür boyu devlet başkanı olduğu yönetim biçimi; mutlak monarşide hükümdarın yetkileri sınırsızken meşruti monarşide yetkileri anayasa ile sınırlıdır.
N
- Narsisizm: Kişinin kendine karşı duyduğu aşırı hayranlık ve ilgi; mitolojik Narcissus hikâyesine atfen özseverlik. (Psikolojide, başkalarının duygularına empati gösterememe ve kendini büyük görme ile tanımlanan bir kişilik özelliği veya bozukluğu.)
- Nazizm: 20. yüzyıl Alman Nasyonal Sosyalizmi ideolojisi; aşırı ırkçılık (Aryan ırkının üstünlüğü iddiası), anti-semitizm, güçlü lider ilkesi ve totaliter devlet yapısıyla tanımlanır.
- Neoliberalizm: 20. yüzyılın sonlarında etkili olan, serbest piyasa ekonomisini, özelleştirmeyi ve devletin ekonomiden çekilmesini savunan politik ekonomi yaklaşımı; klasik liberalizmin güncel versiyonu.
- Nesnel: Öznel olandan bağımsız, gözlemciden etkilenmeyen; herkes için geçerli olan, tarafsız (objektif).
- Nicelik: Bir şeyin ölçülebilir miktarı veya sayısal değeri; “ne kadar?” sorusunun cevabı (sayı, hacim gibi boyutlar).
- Nihilizm: Tüm değerleri, inançları ve anlam iddialarını reddeden; hayatın nihai bir anlamı olmadığını öne süren felsefi yaklaşım (hiççilik).
- Nitelik: Bir şeyin nasıl olduğunu, özelliklerini belirten kavram; “nasıl?” sorusunun cevabı (kalite veya vasıf). Nicelik ile birlikte bir varlığın ölçü ve özellik boyutlarını tanımlar.
- Norm: Bir toplumda kabul gören ve uyulması beklenen davranış kuralı veya standart; toplumsal yazılı olmayan kural.
- Normatif: Kural koyucu veya ideal durumu tarif eden; “olması gereken” ile ilgilenen. (Örneğin normatif etik, davranışların nasıl olması gerektiğini inceler.)
O
- Oligarşi: İktidarın sayıca az, ayrıcalıklı bir grup tarafından kontrol edildiği yönetim biçimi; güç ve servetin küçük bir elit tabakanın elinde yoğunlaştığı düzen.
- Ontoloji: Varlık felsefesi; var olanların en genel özelliklerini ve kategorilerini inceleyen felsefi disiplin. (“Neyin gerçekten var olduğu” sorusuna odaklanır.)
- Oportünizm: İlkelerden ziyade duruma göre kendi çıkarını gözeterek hareket etme; fırsatçı tutum. (Genellikle kısa vadeli kazanç uğruna ilkesiz davranmayı ima eder.)
- Optimizm: Her durumda iyimser bir bakış açısı benimseme eğilimi; geleceğin iyi olacağına inanma, bardağın dolu tarafını görme tutumu.
- Oryantalizm: Doğu toplumlarına Batı merkezli, çoğunlukla önyargılı ve indirgemeci bakış açısı; şarkiyatçılık. (Ayrıca, Batı sanatında Doğu’yu egzotikleştiren akımı tanımlamak için kullanılır.)
- Otorite: Buyurma ve itaat ettirme yetkisi; meşru güç. Aynı zamanda bu yetkiyi elinde bulunduran kişi veya kurum anlamına gelir (örn. “akademik otorite”).
- Otoriterlik: Sıkı itaat bekleyen, özgür tartışma ve muhalefete izin vermeyen yönetim tarzı; demokratik katılımı kısıtlayan baskıcılık.
Ö
- Önyargı: Yeterli bilgi olmadan, kalıplaşmış yargılara dayanarak oluşturulan peşin hüküm; deneyimle doğrulanmamış önden peşin tutum veya kanaat.
- Ötekileştirme: Bir kişi veya grubu “bizden olmayan” diyerek dışlama süreci; farklı olana karşı mesafe koyma ve ayrım yapma eğilimi.
- Özerklik: Kendi kendini yönetebilme hakkı veya kapasitesi; başka bir güce bağlı olmadan kendi kurallarını koyabilme durumu (özyönetim).
- Özgünlük: Yaratıcı eser veya fikirde taklit olmama, kendine has olma niteliği; orijinallik.
- Özgür irade: Bireyin kendi kararlarını dış baskılardan bağımsız biçimde alabilme yetisi; felsefede insan davranışlarının determinizme bağlı olmadan seçilebileceği inancı.
- Özgürlük: Bireyin baskı, kısıtlama veya zorlamaya maruz kalmadan istediği gibi davranabilme durumu; hürriyet. (Siyasi anlamda temel hak ve hürriyetleri ifade eder.)
- Öznel: Kişiden kişiye değişen, bireyin kendi algı ve yargılarına dayalı olan; nesnel karşıtı. (Öznel yargılar, kişisel deneyim ve duygulara bağlıdır.)
P
- Paradigma: Bir bilim dalında yaygın olarak kabul edilen kuramsal çerçeve veya model; belli bir dönem araştırmacılarının dünyaya bakışını belirleyen varsayımlar bütünü.
- Paradoks: İlk bakışta çelişkili veya mantığa aykırı görünen, ancak düşününce derin bir gerçeği ortaya koyabilen ifade; çelişki gibi duran doğru önermeler (ör. “Bu cümle yalandır” ifadesi bir paradokstur).
- Pesimizm: Olayların olumsuz yönlerine odaklanma veya geleceğe karamsar bakma eğilimi; kötümserlik.
- Politika: 1. Devlet işlerini ve toplumu yönetme sanatı; iktidar mücadelesi ve karar alma süreçlerinin bütünü. 2. Bir hedefe ulaşmak için izlenen tutum ve strateji (örn. şirket politikası).
- Popülizm: Halkın istek ve duygularına, çoğu kez basit ve anlık çözümler vaat ederek hitap eden siyasi söylem ve tarz; elit karşıtlığıyla ve çoğunluk desteğini kazanma amacıyla öne çıkar.
- Postmodernizm: Modernizm sonrası ortaya çıkan, mutlak doğrulara ve büyük anlatılara şüpheyle yaklaşan kültürel akım; parçalı, göreceli ve ironiye dayalı anlatım üslubuyla bilinir.
- Pozitivizm: Bilginin yalnızca gözlemlenebilir olgular ve bunlar arası ilişkilerden elde edilebileceğini savunan felsefi tutum; metafizik açıklamaları reddederek bilimsel yönteme öncelik verir.
- Pragmatizm: Fikirlerin ve eylemlerin değerini pratik sonuçlarına ve işe yararlılığına göre değerlendiren felsefi akım; “işe yarayan doğrudur” anlayışını benimseyen faydacı yaklaşım.
- Proleterya: Sanayi toplumunda, geçimini sağlamak için emeğinden başka satacak şeyi olmayan işçi sınıfı; Marksist teoride üretim araçlarına sahip olmayan ve emek gücünü satarak geçinen sınıf.
- Propaganda: Bir fikir veya amaca destek sağlamak için bilgi ve mesajların (bazen çarpıtılarak) sistemli yayılması; kitleleri etkileme ve yönlendirme çabası.
- Provokasyon: Bir kişiyi veya grubu kışkırtarak tepki vermesini sağlama eylemi; kasıtlı tahrik. (Çoğunlukla şiddet veya gerginlik çıkarmak amacıyla yapılır.)
- Psikanaliz: Sigmund Freud’un geliştirdiği, bilinçdışı çatışmaların insan davranışını etkilediğini vurgulayan psikolojik kuram ve terapi yöntemi; serbest çağrışım ve rüya yorumuyla zihnin derinliklerini analiz eder.
R
- Radikalizm: Köklü ve hızlı değişim amaçlayan uç görüş veya hareket; mevcut durumu yeterince ileri bulmayıp devrimci veya aşırı yöntemler benimseme eğilimi.
- Rasyonalizm: Bilginin en güvenilir kaynağının akıl ve mantık olduğunu savunan felsefi yaklaşım; doğruların tümdengelimli akıl yürütme ile keşfedilebileceğini öne sürer (akılcılık).
- Realizm: 1. Sanatta ve edebiyatta, gerçek yaşamı idealize etmeden olduğu gibi yansıtma akımı; gerçekçilik. 2. Felsefede, dış dünyanın zihinden bağımsız var olduğunu kabul eden görüş.
- Reform: Toplumsal veya kurumsal yapıda devrim niteliğinde olmayıp daha sınırlı ve aşamalı iyileştirme değişikliği; ıslahat. (Var olan sistemi kökten yıkmadan, onu düzeltme çabasıdır.)
- Romantizm: 18. yy sonu ve 19. yy başında klasisizme tepki olarak doğan sanat ve edebiyat akımı; duygulara, hayal gücüne ve bireyselliğe vurgu yapar, doğaya ve geçmişe özlem içerir.
- Rönesans: 14-16. yüzyıllar arasında Avrupa’da, klasik (Antik Yunan-Roma) kültürünün yeniden doğuşunu temsil eden tarihsel dönem; bilim, sanat ve düşüncede büyük atılımların yaşandığı, hümanizmin yükseldiği çağ.
- Retorik: Etkili ve ikna edici konuşma sanatı; hitabet. (Sözü ustalıkla kullanarak dinleyici üzerinde istenen etkiyi bırakmayı amaçlar.)
S
- Safsata: Görünüşte doğru gibi gelip gerçekte mantık hatası içeren akıl yürütme; yanıltıcı veya aldatıcı argüman (mantık yanılgısı).
- Sanrı: Gerçek bir dış uyaran olmaksızın, kişinin varmış gibi algıladığı duyum veya inanç; özellikle psikiyatrik bağlamda halüsinasyon veya paranoid düşünce anlamında kullanılır.
- Sansür: Yayınlanan fikir, haber veya sanat eserlerinin yetkili mercilerce denetlenip sakıncalı bulunan kısımlarının engellenmesi veya çıkarılması; ifade özgürlüğünün kısıtlanması.
- Saplantı: Zihni sürekli meşgul eden, kontrol edilmesi güç takıntılı düşünce veya davranış; obsesyon. (Kişi mantıksız olduğunu bilse de bu düşünceden kurtulamaz.)
- Sekülerizm: Dinin devlet işlerine ve kamusal alana müdahil olmamasını, dünyevi olanla dini olanın ayrılmasını savunan yaklaşım; laiklik, dünyevileşme.
- Sembolizm: 19. yy sonlarında ortaya çıkan, doğrudan anlatım yerine semboller ve mecazi imgelerle duyguları ve fikirleri aktaran sanat-edebiyat akımı; simgecilik.
- Sentez: Birkaç farklı unsuru bir araya getirerek yeni ve bütünleşik bir sonuç elde etme; diyalektik süreçte, tez ve antitezden doğan birleşim.
- Sinizm: İnsan davranışlarının özünde bencilce olduğunu düşünen alaycı ve şüpheci tutum; iyiliğin samimiyetine inanmama eğilimi (kiniçilik).
- Somut: Duyularla algılanabilen, fiziksel varlığı olan; soyut olmayan. (Örneğin masa somut bir nesnedir, ama adalet soyut bir kavramdır.)
- Sosyalizm: Üretim araçlarının özel eller yerine toplum tarafından (devlet veya kolektif biçimde) kontrol edildiği, gelir dağılımında eşitliği amaçlayan ekonomik ve siyasi sistem; kapitalizm karşıtı ideoloji.
- Soyut: Duyularla doğrudan algılanamayan, fiziksel varlığı olmayan; düşünceye veya kavrama ait. (Örneğin adalet ve özgürlük soyut kavramlardır.)
- Spiritüel: Maddi olmayan, tinsel olana ait; ruhsal. (Genellikle insanın manevi deneyimleriyle veya iç dünyasıyla ilgili konuları tanımlamak için kullanılır.)
- Stoacılık: Kaderci ve erdem odaklı antik felsefe okulu; duyguların kontrol altında tutulmasını, doğaya uygun yaşamayı ve talihsizliklere sakinlikle katlanmayı öğütler.
- Süperego: Freud’un yapısal kuramında, bireyin toplumsal değerlerini ve vicdanını temsil eden, ahlaki yargılar geliştiren kişilik bölgesi; ego ile id’i denetleyen üstbenlik.
- Sürdürülebilirlik: Özellikle çevre ve ekonomi alanında, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılama ilkesi; doğal kaynakların dengeli kullanımıyla süreklilik sağlama anlayışı.
- Sınıf: Benzer ekonomik durum, eğitim veya statüye sahip insanların oluşturduğu toplumsal kategori. (Örneğin işçi sınıfı, orta sınıf gibi gruplar, sosyolojide sınıf kavramını oluşturur.)
Ş
- Şeffaflık: Yönetimde veya herhangi bir süreçte gizlilik olmaması, bilgilerin açık ve erişilebilir olması ilkesi; saydamlık. (Şeffaf bir yönetim, hesap verebilir ve dürüst bir yönetimi ifade eder.)
- Şiddet: Fiziksel veya psikolojik güç kullanarak zarar verme eylemi; birey ve toplum düzeyinde yaralayıcı, yıkıcı davranış biçimi. (Aile içi şiddet, bir aile bireyinin diğerine uyguladığı zarar verici güçtür.)
- Şovenizm: Aşırı ve bağnaz vatanseverlik veya grup tutuculuğu; kendi grubunu (millet, cinsiyet vb.) üstün görüp diğerlerine düşmanlık besleyen aşırı tarafgirlik.
- Şüphecilik: Kolay inanmayıp her iddiayı eleştirel bir süzgeçten geçirme eğilimi; bilgiyi sürekli sorgulayan felsefi yaklaşım (septisizm). (Günlük dilde de bir öneriye temkinle yaklaşma hali için kullanılır.)
T
- Tabu: Bir toplumda dinî veya kültürel sebeplerle konuşulması, yapılması yasak veya mahrem sayılan konu veya davranış; dokunulmaz ve tartışılamaz görülen inanç veya kural.
- Teokrasi: Siyasal iktidarın ilahi otoriteye veya dini liderlere dayandığı yönetim biçimi; din adamlarının devleti yönettiği sistem (ör. Ayetullahların yönetimde olduğu bir devlet).
- Tez: 1. İleri sürülen görüş, sav. 2. Akademik derece için hazırlanan araştırma metni. (Diyalektik yöntemde tez, tartışmanın başlangıcındaki önerme veya iddiadır.)
- Tolerans: Hoşgörü; farklı inanış, davranış veya görüşlere anlayışla yaklaşıp tahammül edebilme erdemi. (Toplumsal barış için önemli bir değerdir.)
- Toplum: Belirli bir coğrafyada bir arada yaşayan, ortak kültür ve kurumlara sahip insan topluluğu; cemiyet. (Sosyolojinin temel inceleme birimidir.)
- Totalitarizm: Bireysel özgürlükleri yok eden, devletin toplumun her alanını mutlak kontrol altında tuttuğu baskıcı yönetim biçimi; tek parti diktatörlüğü ile özdeşleşen sistem.
- Travma: Fizyolojik veya psikolojik sarsıntıya yol açan, derin yaralayıcı olay veya deneyim; (Örneğin, kaza veya afet sonrası yaşanan ruhsal travma).
- Tutarlılık: Düşünce ve davranışlarda iç bütünlük ve uyumluluk; çelişkiye düşmeme hali. (Mantıkta, önermelerin birbirine aykırı olmaması anlamında kullanılır.)
- Terörizm: Siyasi veya ideolojik amaçlarla sivillere yönelik şiddet eylemleri gerçekleştirerek toplumda korku salma stratejisi; dehşet yoluyla hedefine ulaşma yöntemi.
- Trajedi: 1. Acıklı sonla biten tiyatro türü; klasik dramada kahramanın kaçınılmaz bir felakete sürüklendiği oyun. 2. Büyük felaket veya acı veren olaylar için mecazen de kullanılır.
U
- Ulus: Ortak bir kimlik, dil ve kültürü paylaştığı varsayılan insan topluluğu; millet. (Modern çağda uluslar genellikle ulus-devlet çatısı altında örgütlenir.)
- Umut: Bir şeyin gerçekleşeceğine dair beslenen iyi yöndeki inanç ve beklenti; geleceğe dair iç ferahlığı veren olumlu beklenti duygusu.
- Uygarlık: Maddi ve manevi alanda ileri bir gelişme düzeyine ulaşmış toplum hali; medeniyet. (Tarihsel bağlamda insanlığın bilim, sanat, hukuk gibi alanlarda oluşturduğu birikimi ifade eder.)
- Us: Akıl, zihin; doğru düşünme ve anlama yetisi. (“Us” kelimesi felsefede, rasyonel aklı ve mantığı belirtmek için kullanılır.)
Ü
- Üslup: Bir sanatçının veya yazarın kendine özgü anlatım biçimi; tarz. (Ayrıca genel anlamda ifade ediş veya yapış biçimi, örneğin resmî üslup, samimi üslup.)
- Üstkurmaca: Kurmaca bir eser içinde, o eserin kurgusal yapısını vurgulayan anlatım tekniği; edebiyatta, okura aslında bir kurmaca okuduğunu hissettiren “metafiction” yöntemi.
- Ütopya: Gerçekleşmesi imkânsız, idealize edilmiş mükemmel toplum tasarımı; aynı zamanda böyle bir toplumun anlatıldığı edebi tür. (Thomas More’un Ütopya adlı eseri bu kavramın isim kaynağıdır.)
V
- Vandalizm: Kamuya veya başkalarına ait mal ya da eserlere kasıtlı şekilde zarar verme; özellikle sanat eserlerini veya kültürel değerleri yıkıp tahrip etme eylemi.
- Vatanseverlik: Kendi vatanına karşı derin sevgi ve bağlılık duyma; gerektiğinde ülkenin yararı için fedakârlık yapmaya hazır olma hali (yurtseverlik).
- Vicdan: Kişinin kendi davranışları hakkında iyi veya kötü şeklinde ahlaki yargılara varmasını sağlayan içsel ses ve ilke; insana doğruyu yanlıştan ayırma hissi veren manevi pusula.
- Vulgarize etmek: Herkesin anlayamayacağı kadar derin veya karmaşık bir konuyu anlaşılır düzeye indirmek; bu sırada konunun inceliklerini basitleştirme pahasına popülerleştirmek.
Y
- Yabancılaşma: 1. Marxist kuramda, çalışanın üretim sürecinde kendi emeğine ve ortaya çıkan ürüne karşı duyduğu kopukluk; insanın kendine ve toplumuna yabancı hale gelmesi. 2. Genel anlamda, kişinin içinde yaşadığı toplumla veya kendi özüyle bağ kuramama durumu.
- Yadsıma: Gerçekliği veya bir öneriyi inkar etme; psikolojide, rahatsız edici bir gerçeği bilinçli olarak reddetme savunma mekanizması. (Diyalektikte, bir kavramın olumsuzlanması sürecini de ifade eder.)
- Yapay zekâ: İnsan zihninin işlevlerini taklit eden, öğrenebilen ve problem çözebilen bilgisayar sistemleri; makine zekâsı. (Günlük yaşamda sesli asistanlar veya akıllı algoritmalar bu kavrama örnek gösterilir.)
- Yapısöküm: Metinlerin tek bir anlamının olmadığını, dilin yapısına nüfuz ederek göstermeye çalışan edebi ve felsefi eleştiri yöntemi; Jacques Derrida’nın geliştirdiği post-yapısalcı çözümleme tekniği.
- Yönetişim: Devlet, özel sektör ve sivil toplumun karar alma süreçlerinde birlikte rol aldığı, katılımcı ve hesap verebilir yönetim modeli; klasik “yönetim” anlayışından farklı olarak çok paydaşlı idare süreci.
Z
- Zeka: Öğrenme, akıl yürütme, problem çözme ve yeni durumlara uyum sağlama becerisi; bilişsel yeteneklerin genel toplamı, zihinsel kapasite.
- Zihniyet: Bir kimsenin veya toplumun düşünce yapısı; dünyaya bakış tarzı, yerleşik algı ve yargı kalıpları. (Örneğin “ortaçağ zihniyeti”, belli bir dönemin düşünüş biçimini ifade eder.)
- Zulüm: Gücü elinde bulunduran tarafından başkalarına uygulanan aşırı baskı, haksızlık ve acı çektirme; insanlık dışı muamele, zorbalık.
Harika. Her bir kavramı günlük dilde örnek bir cümleyle birlikte, tablo formatında sunacağım. Bu tablo, kelimenin kendisini, kısa tanımını ve örnek cümlesini içerecek şekilde yapılandırılacak.
Entelektüel Kelimeler ve Örnek Cümleler
Kavram | Kısa Tanım | Günlük Dilde Örnek Cümle |
Entelijansiya
Aydınlar topluluğu, entelektüel çevre. | Üniversitedeki entelijansiya arasında bu kitap hararetle tartışılıyor. | |
Kondansatör | Elektrik devresinde yük depolayan parça. | Eski radyoyu tamir etmek için yeni bir kondansatör satın aldı. |
Epistemolojik | Bilgi kuramıyla ilgili, bilgiyi inceleyen. | Bilgiye nasıl ulaştığımızı sorguladığımızda epistemolojik bir soru sormuş oluruz. |
Makyavelist | Amaca ulaşmak için her yolu mübah gören (kimse). | Onun makyavelist tutumu, küçük çıkarlar için arkadaşlarını harcamasına yol açıyor. |
Seküler | Laik, dinî olmayan, dünya işleriyle ilgili. | Ailem seküler bir yaşam tarzı benimsediği için evde din konusu pek konuşulmaz. |
Angaje | Bir düşünceye, işe kendini bağlamış, adanmış. | Mehmet çevre sorunlarına angaje bir aktivist, her eylemde onu görüyoruz. |
Konjonktür | Genel durum, koşulların getirdiği ortam. | Ekonomik konjonktür kötüleşince iş bulmak da zorlaştı. |
Modernite | Modern çağın ruhu, yeni ve çağdaş olma durumu. | Köyde bile modernite rüzgarı esti, herkes akıllı telefon kullanmaya başladı. |
Devinim | Hareket, bir durumdan başka bir duruma geçiş. | Şehrin hiç durmayan devinimi bazen başımı döndürüyor. |
Metakurgu | Üstkurmaca; kurmacanın içinde kurmaca olduğunu vurgulayan anlatım tekniği. | Yazar romanında metakurgu kullanmış, karakter bir anda yazarıyla konuşmaya başlıyor. |
Angajman | Yapılacak bir iş için yapılan anlaşma veya yükümlülük. | Yeni projenin angajman şartlarını iyice okudum, ciddi sorumluluklar alıyoruz. |
Müşkülpesent | Zor beğenen, aşırı titiz kimse. | Halının desenini beğenmedi diye yenisini aldılar, gerçekten müşkülpesent bir çift. |
Fraksiyon | Bir siyasi partinin içindeki alt grup, hizip. | Parti içindeki gençlik fraksiyonu farklı bir politika önerisi getirdi. |
Kompanse | Telafi etmek, dengelemek, yerini doldurmak. | Hatasını gülümseyerek kompanse etmeye çalıştı ama kimse ikna olmadı. |
Lümpen | Kaba saba, eğitimsiz ve kültürsüz (kimse). | Mahalleden birkaç lümpen genç arabaların aynalarını kırmış. |
Röprodüksiyon | Bir sanat eserinin aslına uygun kopyası. | Müzede ünlü tablonun röprodüksiyonunu satıyorlardı, orijinali çok değerli olduğu için kasada saklanıyor. |
Tahayyül | Hayal etme, zihinde canlandırma. | Pencere önünde oturup denizi tahayyül ederek dalıp gitti. |
Oryantalist | Doğu kültürlerini inceleyen veya Doğu'ya özgü tarzı seven kimse. | Oryantalist ressamlar Osmanlı pazar yerlerini canlı renklerle resmetmiş. |
Avangart | Yenilikçi, deneysel ve cesur (sanat veya kişi). | Bu film avangart tarzıyla herkesi şaşırttı, klasik anlatımın dışına çıkmış. |
Dekonstrüksiyon | Yapısöküm; bir metni veya yapıyı parçalarına ayırarak gizli anlamlarını ortaya çıkarma yöntemi. | Eleştirmen şiiri dekonstrüksiyona tabi tutarak farklı anlam katmanlarını gösterdi. |
Aranje | Düzenleme; özellikle müzikte eseri yeniden düzenleme işi. | Eski şarkının yeni aranjesi çok beğenildi, modern bir hava katmışlar. |
Oksimoron | Birbirine zıt iki sözcüğün bir arada kullanılmasıyla oluşan ifade. | "Sessiz çığlık" ifadesi tam bir oksimoron örneğidir. |
Sekülerizm | Laiklik; din ve devlet işlerinin ayrılığını savunan anlayış. | Fransız devrimiyle sekülerizm güçlendi, kilisenin yönetimdeki etkisi azaldı. |
Retrospektif | Geçmişe dönük bakan veya geçmişi kapsayan. | Sanatçının retrospektif sergisinde, kariyeri boyunca yaptığı tüm resimler yer alıyor. |
Pragmatik | Faydacı, pratik sonuca odaklı. | Sorunlara duygusal değil pragmatik yaklaşıyor; işe yarar çözüm bulmak onun için öncelikli. |
Ütopya | Hayali ideal dünya, kusursuz toplum tasarımı. | Herkesin eşit ve mutlu olduğu bir ütopya güzel geliyor, ama gerçekte böyle bir toplum yok. |
Dejenere | Asıl niteliğini kaybetmiş, bozulmuş. | Arkadaşım eski mahalleyi tanıyamamış, "Burası dejenere olmuş, eskiden böyle değildi" dedi. |
İmgelem | Hayal gücü, zihinde canlandırma yetisi. | Yazarın güçlü imgelemi sayesinde okurken her sahneyi gözümde canlandırabildim. |
Dışavurum | İç dünyayı dışarıya yansıtma, ifade etme. | Resim yapmak onun için bir dışavurum biçimi; duygularını tuvale döküyor. |
Ekseriyet | Çoğunluk, büyük çoğunluk. | Ekseriyet ne derse o olur, şirket kararlarını çalışanların çoğunluğu belirliyor. |
Bağlam | Bir sözün veya olayın içinde bulunduğu ortam, bağlantı veya şartlar bütünü. | Sözlerini bağlamından koparınca bambaşka anlam çıkıyor, aslında öyle demek istememişti. |
Statüko | Mevcut durum, var olan düzen. | Gençler statükoya karşı çıkıyor, değişim istiyorlar. |
Motto | Slogan, özlü söz; ilke edinilmiş kısa ifade. | Onun hayattaki mottosu "Az ama öz" oldu, her işte sadeliği benimsiyor. |
Spesifik | Belirli, kendine özgü, özel. | Bu ilacın spesifik bir kullanım alanı var, her ağrı için uygun değil. |
Tinsel | Ruhsal, manevi dünyaya ait. | Yoga yaparken tinsel bir huzur bulduğunu söylüyor. |
Aforizma | Özdeyiş; kısa ve çarpıcı biçimde ifade edilen derin anlamlı söz. | Dedemin en sevdiği aforizma: "İki kere düşün bir kere konuş" olurdu. |
Ezoterik | Herkese açık olmayan, özel bir grubun anlayabileceği gizli bilgiyle ilgili. | Bu semboller ezoterik bir topluluğa ait, dışarıdan bakan biri ne anlama geldiğini çözemez. |
Konsensüs | Görüş birliği, uzlaşma. | Aile içinde hafta sonu planı konusunda bir konsensüs sağladık, herkes pikniğe gitmek istiyor. |
İzdüşüm | Bir şeklin veya durumun başka bir düzleme yansıması; projeksiyon. | Bu tartışmanın toplumdaki izdüşümü de hararetli oldu, herkes kendi bakış açısıyla yorumladı. |
Egzajere | Abartmak, büyütmek (fazla vurgulu anlatmak). | Küçük bir sorunu öyle bir egzajere etti ki sanki dünya başına yıkılmış sandık. |
Ezcümle | Kısacası, özetle; örneğin (eski kullanım). | Ezcümle söylemek gerekirse, çalışkan insan başarıyı er ya da geç yakalar. |
Eklektik | Seçmeci; farklı tarz, fikir veya üslupları bir araya getiren. | Evinde modern ve klasik mobilyaları bir arada kullanarak eklektik bir dekorasyon oluşturmuş. |
Kafkavari | Kafka tarzını andıran; garip, bürokratik ve kabusumsu durumlar için kullanılır. | Sabah kalkıp kendini böceğe dönüşmüş bulan adamın hikayesi kafkavari bir atmosfer yaratıyor. |
Diyalektik | Karşıt görüşlerin etkileşimiyle doğruya ulaşma yöntemi; tez-antitez-sentez süreci. | İki filozof gece boyu diyalektik bir tartışma yürütüp sonunda ortak bir noktada buluştu. |
Vulgarize | Herkesin anlayacağı hale getirmek, basitleştirmek (kavramı). | Bilimsel konuları televizyon programında anlatırken biraz vulgarize etmek zorunda kalıyor ki izleyici sıkılmasın. |
Başat | Baskın, en önde gelen, temel. | Bu bölgede tarım ekonomi içinde başat sektör, çoğu insan geçimini çiftçilikle sağlıyor. |
Deklare | Resmen açıklamak, duyurmak. | Kaptan yolculara geminin rotasının değiştirileceğini anonsla deklare etti. |
Monşer | Eski dilde 'efendim' anlamında nezaket sözü; bazen alaycı olarak Batı özentisi kimse. | Arkadaşına sürekli 'monşer' diye hitap ediyor, sohbeti eski İstanbul beyefendisi tarzında götürüyor. |
Sübvanse | Maddi olarak desteklemek (genelde devletin destek vermesi). | Hükümet yerli üreticiyi sübvanse ederek çiftçilere uygun fiyata tohum dağıttı. |
Nobran | Kaba ve kırıcı davranan, nezaketsiz. | Kasiyere çıkışan nobran adam herkesin moralini bozdu. |
Sapyoseksüel | Zekaya cinsel çekim duyan, karşısındakini aklıyla çekici bulan. | Onun için dış görünüşten çok karşısındakinin entelektüel birikimi önemli; tam bir sapyoseksüel olduğunu söylüyor. |
Oportünist | Fırsatçı; kendi çıkarı için duruma göre davranan. | Bazıları o kadar oportünist ki en yakın arkadaşının zor durumunu bile kendi avantajına çevirmeye çalışıyor. |
Postmodern | Modernizm sonrası yaklaşım; keskin kategorileri reddeden, farklı üslupları birleştiren. | Bu roman postmodern bir tarzda yazılmış, içinde hem mektup var hem şiir hem de gazete kupürleri. |
Sanrı | Gerçekte olmayan şeyleri algılama; halüsinasyon. | Uykusuzluktan sanrılar görmeye başladı, boş odada birinin fısıldadığını sanıyor. |
Mitomani | Yalan söyleme alışkanlığı, patolojik yalan hastalığı. | Öyle inanarak anlatıyor ki doğru sandım, meğer abartmış; mitoman biriyle uğraşmak gerçekten zor. |
Paradigma | Kavramsal çatı; bir alanda genel kabul görmüş bakış açısı veya model. | Newton fiziği uzun süre bilim dünyasında paradigma oldu, ta ki Einstein çıkana kadar. |
Paradoks | Çelişkili görünen ama içinde doğruluk taşıyan ifade veya durum. | "Bu cümle yalandır" ifadesi tam bir paradoks içerir; doğru mu yanlış mı karar veremezsiniz. |
Empati | Kendini karşısındakinin yerine koyarak onun duygularını anlama. | Kardeşim üzgün olduğumu hemen anladı ve empati yaparak yanımda oldu. |
Sempati | Birine karşı duyulan sıcaklık, yakınlık hissi. | Yeni komşumuz hemen sempati topladı, güler yüzüyle herkesin kalbini kazandı. |
Antipati | Hoşlanmama duygusu, sevememe durumu. | Yöneticiye ilk günden antipati duydu, tavırlarında samimiyetsiz bir şeyler olduğunu söyledi. |
Apati | Duygusal tepkisizlik, ilgisizlik hali. | Sorunlara karşı bu kadar apatiyle yaklaşırsa hiçbir şeyi çözemez, biraz ilgi göstermesi lazım. |
Narsisizm | Özseverlik; kendine hayran olma durumu. | Sürekli kendi fotoğraflarına bakıp öven biri, narsisizm konusunda sınırları zorluyor. |
Empoze | Zorla kabul ettirmeye çalışma, dayatma. | Babası kendi isteklerini empoze etmeye çalışsa da çocuk kendi yolunu çizmek istiyor. |
Manipülasyon | Yönlendirme; birini kendi çıkarına uygun şekilde kandırma veya etkileme. | Sosyal medyada gördüğü haberlere hemen inanıyor, manipülasyona açık biri maalesef. |
Provokasyon | Kışkırtma; birini belirli bir tepki vermeye zorlama girişimi. | Maçta ufak bir faulü büyütüp kavga çıkarmak tam bir provokasyondu. |
Radikal | Aşırı uçta görüşlere sahip olan veya köklü değişiklik öneren. | Bütün sistemi bir anda değiştirelim demesi herkese fazla radikal geldi. |
Reformist | Mevcut sistemi tamamen yıkmadan düzeltmeye ve yenilemeye çalışan, değişim yanlısı. | Sadece eleştirmekle kalmayıp çözüm önerileri getirmesi onun reformist bir tavra sahip olduğunu gösteriyor. |
Dogmatizm | Sorgulamadan kabul etme tavrı; kesin doğrulara körü körüne bağlılık. | Hiçbir kanıt sunmadan sadece inandığı için ısrarla savunuyor, bu kadar dogmatizm sağlıklı değil. |
Agnostisizm | Tanrının var olup olmadığının bilinemeyeceğini savunan görüş. | Kendisi ne ateist ne dindar; agnostik olduğunu, bilemeyeceğimiz sorular üzerinde durmamayı tercih ettiğini söylüyor. |
Ateizm | Tanrı inancının olmaması; tanrıların varlığını reddetme. | Bazı aileler çocuğunun ateizm fikrine sahip olmasını yadırgıyor ama o inançsız olmanın kendi seçimi olduğunu belirtti. |
Deizm | Tanrının evreni yarattığını ancak müdahil olmadığını kabul eden inanç. | Arkadaşım deist olduğunu söylüyor; bir yaratanın var olabileceğini ama dinlerin insan yapısı olduğunu düşünüyor. |
Fatalizm | Kadercilik; her şeyin alın yazısıyla belirlendiğine inanma. | Başına ne gelirse gelsin "Alın yazım böyleymiş" diyor, fatalist bir tavırla yaşamın akışını kabulleniyor. |
Stoacılık | Acılara kayıtsız kalıp erdemli yaşamaya odaklanan antik felsefe öğretisi. | Kötü haber karşısında bile sakinliğini koruyarak stoacı bir duruş sergiledi. |
Hedonizm | Hazcılık; yaşamın amacını zevk almak olarak gören anlayış. | Tüm gün keyfine bakıp sorumluluk almaması onun hedonist bir hayat sürdüğünü gösteriyor. |
Feminizm | Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını savunan toplumsal hareket. | Okuldaki projede feminizmin tarihini anlattı; kadınların seçme hakkı için nasıl mücadele ettiğini aktardı. |
Entelektüel | Aydın, kültürlü ve fikir üreten kişi. | Entelektüel bir bireyle sohbet etmek bana her zaman yeni ufuklar açıyor. |
Sofistike | Çok gelişmiş, incelikli ve karmaşık (zevk veya tarz). | Bu restoranın dekorasyonu oldukça sofistike, kendimi bir sanat galerisinde gibi hissediyorum. |
Asimile | Kendi kültürünü bırakıp başka kültüre uyum sağlamak. | Yıllar içinde göçmen aile, yeni ülkenin toplumuna asimile oldu ve eski geleneklerini unuttu. |
Marjinal | Toplumun genelinden farklı, uçlarda gezen (kişi veya fikir). | Sıradışı giyimi yüzünden onu marjinal biri olarak görüyorlar ama o sadece kendisi olmayı seviyor. |
Ötekileştirmek | Kendinden farklı gördüklerini dışlamak, yabancılaştırmak. | Bazı insanlar bilmedikleri kültürleri anlamak yerine ötekileştiriyor, bu da ayrımcılığa yol açıyor. |
Yadsımak | İnkar etmek, reddetmek. | Hatasını yadsıyarak sorumluluktan kaçabileceğini sanıyor ama gerçekler değişmiyor. |
Dramatize | Bir olayı veya durumu gereğinden fazla duygusal ve abartılı şekilde sunmak. | Küçük bir tartışmayı fazla dramatize edip sanki büyük bir kavga çıkmış gibi anlattı. |
Metafizik | Fizik ötesine dair; varlığın fiziksel olmayan yönlerini inceleyen felsefe dalı. | Gece yıldızlara bakıp evrenin sonsuzluğunu düşünmek beni metafizik sorgulamalara yöneltiyor. |
Hipotez | Varsayım; doğruluğu henüz kanıtlanmamış önerme. | Bilim fuarında bitkilerin müzikle daha hızlı büyüyeceği yönünde bir hipotez ortaya attılar. |
Analitik | Çözümlemeci; bir konuyu parçalarına ayırarak incelemeye dayalı. | Onun analitik düşünme tarzı sayesinde karmaşık problemi kısa sürede çözdük. |
Sentez | Ayrı unsurları birleştirerek yeni ve bütün bir şey oluşturma. | Farklı teorilerden bir sentez yapıp kendi yaklaşımını geliştirdi. |
Popülizm | Halkın hoşuna gidecek söylemlerle destek arama politikası. | Seçim öncesi kimseyi üzmeyecek, bol vaatli popülist söylemlere sıkça rastlanır. |
Klişe | Basmakalıp söz veya fikir; aşırı kullanıldığı için etkisini yitiren ifade. | “Zaman her şeyin ilacıdır” artık o kadar klişe bir laf ki kimse üzerinde durmuyor. |
Pejoratif | Aşağılayıcı veya küçültücü (anlamda). | “Kız gibi ağlama” demek pejoratif bir ifade, hem cinsiyetçi hem de küçümseyici. |
Ambiyans | Bir yerin ortamı, genel havası. | Kafedeki loş ışık ve hafif müzik harika bir ambiyans yaratmış. |
Entegrasyon | Uyum sağlama, bütünleşme. | Yabancı öğrencilerin sınıfa entegrasyonu için öğretmen özel etkinlikler düzenliyor. |
Minimalizm | Sadelik ve en aza indirme akımı; az ile yetinme yaklaşımı. | Evin dekorasyonunda minimalizm benimsedi, sadece ihtiyaç olan eşyaları bıraktı. |
Dekadans | Çöküş ve yozlaşma dönemi; ahlaki veya kültürel gerileme süreci. | İmparatorluğun son yıllarında lüks ve sefahat yüzünden toplumun dekadansa sürüklendiği söylenir. |
Manifesto | Bir kişi veya grubun amaç ve görüşlerini açıkladığı bildiri. | Parti seçimden önce manifestosunu yayımladı, ekonomi ve eğitimde yapacaklarını sıraladı. |
Kitsch | Bayağı ve yapmacık ama popüler sanat/ürün; estetik değeri düşük süs. | Salonun köşesindeki parlak pembe plastik heykel bana biraz kitsch geldi. |
Materyalizm | Maddecilik; her şeyin maddeden ibaret olduğunu savunan felsefi görüş. | Materyalizm görüşüne sıkı sıkıya bağlı biri, ruh veya maneviyat gibi kavramlara pek itibar etmez. |
İdealizm | Ülkücülük; gerçeğin özünde fikirlerde ve zihinde olduğunu savunan felsefi akım. | O kadar idealist ki her şeyin mükemmel olabileceğine inanıyor, gerçekçiliği bazen ikinci plana atıyor. |
Realizm | Gerçekçilik; olaylara olduğu gibi yaklaşma ve gerçeği yansıtma eğilimi. | Ressam realizm akımından etkilenmiş, tablolarındaki insanlar neredeyse fotoğraf gibi gerçekçi. |
Nihilizm | Hiççilik; hayatta hiçbir anlam ve değer olmadığını savunan görüş. | Bazen her şeyin anlamsız olduğunu düşünüyor, tam bir nihilist gibi konuşuyor. |
Varoluşçuluk | Egzistansiyalizm; insanın hayatına anlamı kendi seçimleriyle kattığını savunan felsefe. | Bu film varoluşçu felsefenin izlerini taşıyor, karakter sürekli hayatının anlamını sorguluyor. |
Determinizm | Belirlenimcilik; evrendeki her olayın belirli bir sebebe bağlı olduğunu savunan görüş. | Dedem "Olacağı varmış" der, determinist bir bakış açısıyla hayatta tesadüf olmadığını düşünür. |
Rölativizm | Görecilik; doğru ve değerlerin kişiye veya kültüre göre değişebileceğini savunan anlayış. | Arkadaşım ahlak konusunda rölatif düşünüyor, ona göre doğru ve yanlış içinde bulunulan duruma göre değişebilir. |
Empirizm | Deneycilik; bilgilerin yalnızca deney ve gözlem yoluyla elde edilebileceğini savunan görüş. | Bilim insanları empirist bir tavırla, kanıtlanmamış hiçbir iddiayı doğru kabul etmezler. |
Şüphecilik | Septisizm; her bilgiye kuşkuyla yaklaşan, kesin bilginin mümkün olmadığını düşünen tavır. | Babam her duyduğuna hemen inanmaz, tam bir şüpheci olarak önce sorgular, araştırır. |
Hümanizm | İnsancıllık; insanı merkez alan, insan sevgisi ve değerine vurgu yapan görüş. | Sanatçı hümanist bir mesaj veriyor, dünyada sevgi ve anlayışın hakim olması gerektiğini savunuyor. |
Misojini | Kadın düşmanlığı; kadınlara karşı duyulan nefret veya aşırı önyargı. | Filmdeki kötü karakterin sürekli kadınları küçümsemesi misojini içeriyor diye eleştiriler aldı. |
Diaspora | Bir halkın ana vatanından uzakta, farklı ülkelerde yaşayan bölümü. | İkinci nesil Ermeni diasporasında büyüyen arkadaşım, dedesinin hikâyelerini anlatmayı çok seviyor. |
Libido | İnsanın içindeki cinsel dürtü ve yaşam enerjisi (Freud'a göre). | Doktor stresin libidoyu azaltabileceğini söyledi, yani aşırı yorgunluk insanın arzularını etkileyebiliyor. |
Psikanaliz | Freud'un geliştirdiği, bilinçaltını çözümlemeye dayalı psikolojik kuram ve terapi yöntemi. | Psikanaliz sayesinde çocukluk anılarının bugünkü davranışlarımızı nasıl etkilediğini daha iyi anladım. |
Travma | Kişide derin etki bırakan sarsıcı olay veya yara. | Geçirdiği trafik kazasının travması nedeniyle uzun süre araba kullanmaktan korktu. |
Anomali | Normalden sapma, alışılmadık durum. | Nisan ayında kar yağması bu bölgede bir anomali olarak kayda geçti. |
Norm | Toplumca kabul edilen kural veya standart. | Onun davranışları toplumun normlarına pek uymuyor, farklı bir tarzı var. |
Tabu | Toplumca yasaklanmış veya konuşulması ayıp sayılan konu. | Küçük kasabada bazı şeyler tabuydu; mesela herkesin bildiği sırlar yüksek sesle dile getirilmezdi. |
Revizyon | Gözden geçirip düzeltme, yeniden düzenleme. | Hoca raporda birkaç revizyon istedi, biz de düzeltip yeniden gönderdik. |
İnovasyon | Yenilikçilik; yeni yöntem ve fikirler geliştirme. | Şirket başarısını sürekli inovasyona önem vermesine bağlıyor; her yıl yeni bir ürün çıkarıyorlar. |
Sinerji | Birlikten doğan ekstra güç; uyumlu iş birliği sonucu ortaya çıkan verim. | Ekip olarak çalışınca müthiş bir sinerji yakaladık, tek başımıza yapamayacağımız kadar hızlı ilerledik. |
Afaki | Kesin bir temele dayanmayan, gelişi güzel, havada kalan (söz). | Toplantıda afaki konuşmalar yerine somut verilere dayansak daha ikna edici oluruz. |
Beyhude | Boşuna, nafile, faydasız. | Bunca çabanın beyhude olduğunu anladı; ne yapsa sonucu değiştiremeyecekti. |
Doktrin | Öğreti; belirli bir alandaki ilke ve esasların bütünü. | Siyaset dersinde farklı ekonomi doktrinlerini inceledik; kapitalizm, sosyalizm hepsi masaya yatırıldı. |
İkilem | İki seçenek arasında kalma durumu, kararsızlık. | Yurtdışına mı gitsem yoksa burada mı kalsam diye ikilemde kaldım. |
Ego | Benlik duygusu; kişinin kendine verdiği değer veya bazen kibirli yönü. | Eleştiriyi kaldıramadı, söylediğim ufak bir şaka bile egosuna dokundu. |
Fütürizm | Gelecekçilik; geleceği yücelten, geçmişi reddeden sanat ve düşünce akımı. | 1920'lerdeki Fütüristler hız, teknoloji ve makine sevgisini şiirlerine ve resimlerine yansıttılar. |
Faşizm | Aşırı milliyetçi, baskıcı ve totaliter yönetim biçimi. | İkinci Dünya Savaşı öncesi bazı Avrupa ülkeleri faşizmle yönetildi ve bunun acı sonuçları oldu. |
Filantropi | İyilikseverlik, hayırseverlik; insanlığı sevip ona faydalı olmaya çalışma. | Zengin iş adamı büyük bir kısmını okullar yapmaya bağışladı, filantropik yönüyle tanınıyor. |
Küreselleşme | Dünyanın ekonomik ve kültürel olarak bütünleşmesi süreci. | İnternet sayesinde küreselleşme hızlandı; bir ülkedeki haber anında tüm dünyaya yayılıyor. |
Hegemonya | Baskın güç olma durumu; bir devlet veya grubun diğerleri üzerindeki liderliği. | Büyük imparatorluklar tarih boyunca kültürel hegemonya kurarak küçük ülkeleri etki alanlarına almıştır. |
Holistik | Bütüncül; bir şeyi parçalarına ayırmadan bir bütün olarak ele alan. | Doktor, holistik bir yaklaşımla sadece hasta organa değil tüm vücuda odaklandı. |
Kümülatif | Birikimli; gittikçe artan ve biriken. | Ufak tasarruflar kümülatif olarak bir araya gelince hatırı sayılır bir birikim oluştu. |
Liberalizm | Bireysel özgürlükleri ve serbest piyasa ekonomisini savunan görüş. | Liberalizm yanlıları, devletin ekonomiye çok karışmaması gerektiğini düşünür. |
Laiklik | Din ve devlet işlerinin ayrılığı ilkesi. | Anayasamızda laiklik ilkesi var; devlet tüm dinlere eşit mesafede durmak zorunda. |
Meşruiyet | Yasalara ve kabul gören değerlere uygunluk, haklılık. | Yönetimin halk desteğini kaybetmesi, iktidarının meşruiyetini tartışmalı hale getirdi. |
Liyakat | Yetenek ve yeterliliğe dayalı hak ediş; ehil olma durumu. | İş yerinde terfiler liyakata göre yapılıyor; kim hak ediyorsa o yükseliyor. |
Nepotizm | Akraba kayırma; akrabalara torpil yapma uygulaması. | Şirket müdürünün yeğenini yönetici yapması nepotizm suçlamalarına yol açtı. |
Aristokrasi | Soylular yönetimi; soylu ve ayrıcalıklı sınıfın egemen olduğu düzen. | Tarihi roman, aristokrasi döneminde bir kontun ailesini anlatıyor. |
Plütokrasi | Zenginlerin egemen olduğu yönetim; servet sahiplerinin iktidarı. | Sadece milyonerlerin yönetime gelebildiği bir düzen plütokrasi olarak tanımlanır. |
Ontoloji | Varlık felsefesi; varlığın doğasını inceleyen disiplin. | "Gerçekten var olmak ne demektir?" sorusu ontolojinin temel sorularından biridir. |
Otonomi | Özerklik; kendi kendini yönetebilme hakkı. | Bazı bölgeler kültürel kimliklerini korumak için otonomi talep ediyor. |
Otosansür | Kişinin kendine uyguladığı sansür; dış baskı olmadan yazıp söylediklerini filtrelemesi. | Gazeteci başına iş gelmesin diye konunun bazı kısımlarını yazmadı, otosansür uyguladı. |
Objektif | Nesnel, tarafsız; kişisel düşünceden bağımsız. | Hakemin objektif olması lazım, kararlarında duygularına yer vermemeli. |
Subjektif | Öznel; kişiye göre değişen, bireyin bakış açısına dayalı. | Güzellik kavramı subjektiftir; kimine göre güzel olan, başkasına göre olmayabilir. |
Proaktif | İleriyi görerek önlem alan, harekete geçmek için sorun çıkmasını beklemeyen. | Yağmur yağmadan önce şemsiyesini alan proaktif bir insandır. |
Rasyonalizm | Akılcılık; bilginin kaynağı olarak aklı ve mantığı öne çıkaran görüş. | Rasyonalizme inanan biri, sezgilerden ziyade akıl yürütmeyle gerçeğe ulaşabileceğimizi savunur. |
Romantizm | Duyguları ve hayal gücünü akıldan üstün tutan 19. yüzyıl sanat ve düşünce akımı. | Şairin doğaya dair coşkulu dizeleri romantizm akımının izlerini taşıyor. |
Sürdürülebilirlik | Devam ettirilebilirlik; kaynakları gelecek nesilleri de düşünerek kullanma ilkesi. | Şirket artık plastik atıklarını azaltmaya başladı, çevresel sürdürülebilirliğe önem veriyor. |
Simülasyon | Benzetim; gerçek bir durumu yapay ortamda canlandırma. | Pilotlar uçuşa başlamadan önce eğitim simülasyonlarında pratik yaparlar. |
Teorik | Kuramsal; uygulamada değil, fikir aşamasında olan, ilkelere dair. | Bu hesaplamalar teorik olarak doğru ama pratikte denemeden sonuç alıp almayacağımız belli değil. |
Vizyoner | İleri görüşlü; geleceğe dair öngörü ve yeni fikirlere sahip (kişi). | Patrona göre vizyoner biri, daha kimse akıllı telefon nedir bilmezken bu sektöre yatırım yapmıştı. |
Yabancılaşma | İçinde bulunduğu ortama veya kendine karşı uzaklaşma, aidiyet hissini yitirme durumu. | Şehir hayatı bazen insanda yabancılaşma yaratıyor; etrafında insan kalabalığı olsa da kendini yalnız hissedebiliyor. |
Zeitgeist | Çağın ruhu; bir döneme hakim olan genel düşünce ve duygu durumu. | 60'ların zeitgeistini anlamak için o dönemin müziklerini ve filmlerini incelemek gerek. |
Absürt | Saçma, mantık dışı, anlamsız. | Film o kadar absürttü ki sonunda neye uğradığımızı şaşırdık, mantık aramamak gerekiyormuş. |
Grotesk | Tuhaf derecede çarpık veya gülünç şekilde çirkin. | Maske takan oyuncuların dans ettiği sahne hem komik hem de ürkünç bir hava vererek tam anlamıyla grotesk bir tablo oluşturdu. |
Barok | 17. yüzyıl Avrupa'sına özgü, gösterişli ve süslü sanat üslubu. | Kilisenin içindeki barok süslemeler, altın yaldızlı oymalar ve devasa tablolar insanı büyülüyor. |
Gotik | Orta Çağ Avrupa'sına ait, sivri kemerler ve yüksek tavanlarla karakterize edilmiş mimari tarz; kasvetli ve karanlık atmosferli. | Eski şatoya girince gotik mimarinin etkileyici ama biraz ürkütücü havasını hissettik. |
Rönesans | 15.-16. yüzyıllarda Avrupa'da bilim ve sanatta klasik eserlerin yeniden canlandığı 'yeniden doğuş' dönemi. | Da Vinci ve Michelangelo gibi dahiler Rönesans döneminde yaşamış ve eserleriyle çağa damga vurmuştur. |
Empresyonizm | İzlenimcilik; 19. yüzyıl sonu sanat akımı, anlık izlenimleri ve ışık oyunlarını yansıtan tarz. | Monet'nin gün batımını resmettiği tablo empresyonizmin en güzel örneklerinden biri kabul edilir. |
Ekspresyonizm | Dışavurumculuk; 20. yüzyıl başında ortaya çıkan, duyguları abartılı ve çarpıcı biçimde yansıtan sanat akımı. | Munch'un 'Çığlık' tablosu ekspresyonizmin simgesi haline gelmiş bir eserdir. |
Sürrealizm | Gerçeküstücülük; rüya ve bilinçaltı öğelerini sanata katan 20. yüzyıl akımı. | Dalí'nin eriyen saatleri betimlediği resmi sürrealizmin ikonlarından biridir. |
Dadaizm | 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan, geleneksel sanat kurallarını alaya alan ve rastlantısallığa dayanan avangart akım. | Dadaist şiirler bazen anlamsız gelebilir çünkü sözcükler rastgele bir araya getirilir. |
Kübizm | 20. yüzyıl başında gelişen, nesneleri farklı açılardan geometrik şekillerle betimleyen sanat akımı. | Picasso'nun kübist portrelerinde yüzler küp ve koni gibi parçalara ayrılmış şekilde görülür. |
Apokaliptik | Kıyamet gibi felaketleri andıran; dünyanın sonunu andıran. | Film apokaliptik bir dünyada geçiyor, şehirler yıkılmış ve gökyüzü hep karanlık. |
Distopya | Korkunç gelecek tasviri; baskıcı ve karanlık toplum öyküsü. | 1984 romanı, teknolojinin insanları sürekli izlediği bir distopyayı anlatır. |
Karma | Yaptıklarınla orantılı sonuçlar alacağın inancı; etki-tepki yasası gibi işleyen evrensel adalet fikri. | Ona kötü davranmanın bana döneceğine inanıyorum; karma er ya da geç hesap keser derler. |
Zen | Uzakdoğu kökenli, dinginlik ve yoğun meditasyonla anı yaşamayı öğreten Budist pratiği. | Stresliyken beş dakika Zen meditasyonu yapıyorum, bana çok iyi geliyor. |
Yin ve Yang | Çin felsefesinde evrendeki karşıt ama birbirini tamamlayan güçler (karanlık-aydınlık gibi). | Yaşamda iyinin kötüyle, ışığın karanlıkla dengede olması gerektiğini, Yin ve Yang felsefesiyle açıkladı. |
Oryantalizm | Şarkiyatçılık; Batı'nın Doğu'yu egzotik ve klişelerle dolu şekilde ele alış biçimi. | Eski filmlerdeki her sarıklı adamın gizemli ve tehlikeli gösterilmesi oryantalizmin bir yansımasıdır. |
Çokkültürlülük | Bir toplumda birden çok kültürün bir arada yaşaması ve hepsine hoşgörüyle yaklaşılması durumu. | New York çokkültürlü bir şehir; yan yana farklı diller konuşan ve farklı inançları olan insanları görmek doğal. |
Tez | Öne sürülen iddia veya sav; ayrıca akademik çalışma türü. | Tartışmada kendi tezini güçlü örneklerle savundu. |
Antitez | Bir teze karşı öne sürülen zıt görüş. | Arkadaşının fikrine hemen bir antitez geliştirerek konuyu farklı açıdan ele aldı. |
Fenomenoloji | Görüngübilim; deneyimlerimizin özünü ve bilinçte belirişini inceleyen felsefi yaklaşım. | Fenomenolojide önemli olan, bir olguyu yaşadığımız şekilde tanımlamak, ön yargıları dışarıda bırakmaktır. |
Altruizm | Özgecilik; başkalarının iyiliğini kendi çıkarından üstün tutma. | Yaşlı komşusunun tüm alışverişini gönüllü yapan Ali, altruist davranışıyla takdir topladı. |
Egoizm | Bencillik; kendi çıkarlarını her şeyin önünde tutma. | Sadece kendini düşünerek hareket etmesi çevresindekiler tarafından egoizm olarak eleştirildi. |
Sinizm | Kinizm; insan doğasının özünde bencil olduğunu ve çıkar gütmediğini savunan alaycı tutum. | Her iyiliğin altında bir hesap arayan sinik tavrıyla, kimsenin yardımına inanmıyor. |
Mistisizm | Gizemcilik; doğrudan manevi tecrübe ve sezgiyle gerçeğe ulaşmayı hedefleyen inanç ve pratikler bütünü. | Gece mumlar yakıp meditasyon yapan komşum, mistisizme merak sarmış anlaşılan. |
Okültizm | Gizlicilik; büyü, astroloji gibi gizli ilimlerle ve doğaüstüyle ilgilenme. | Gençken okültizme ilgi duymuş, tarot kartlarıyla fal bakmayı öğrenmiş. |
Metonimi | Ad aktarması; bir şeyi, onunla ilgili başka bir şeyin adıyla ifade etme sanatı. | Şair "Kaleminden dökülenler" derken yazarın yazdıklarını kastedip metonimi yapmış. |
Antropomorfizm | İnsan biçimcilik; insan dışı varlıklara insan özellikleri atfetme. | Çizgi filmdeki konuşan araba insan gibi davranıyor; bu antropomorfik bir yaklaşım. |
Antropoloji | İnsanbilim; insanın fiziksel özelliklerini, kültür ve toplumsal yapısını inceleyen bilim. | Antropoloji okuyan arkadaşım saha çalışması için bir köyde insanların geleneklerini inceliyor. |
Sosyoloji | Toplum bilimi; insan toplumlarının yapısını ve işleyişini araştıran bilim dalı. | Sosyoloji dersinde şehirleşmenin aile yapısına etkisini tartıştık. |
Nüans | İnce ayrım, küçük fark. | İkizleri ilk bakışta ayırt etmek zor ama gülüşlerinde küçük bir nüans var. |
Kolektif | Toplu, ortaklaşa; bir gruba ait olan. | Sorunu kolektif bir çabayla çözdük; herkes elini taşın altına koydu. |
Bilinçdışı | Bilinçaltı; farkında olmadığımız halde davranışlarımızı etkileyen zihin katmanı. | Rüyaların bilinçdışımızdaki düşüncelerin yansıması olduğunu söylüyorlar. |
Arketip | İlk örnek, ortak simge; birçok kişi tarafından paylaşılan evrensel model. | Masallardaki "iyi kalpli yaşlı kadın" figürü bir arketip haline gelmiştir. |
Teknokrasi | Teknik uzmanların, mühendislerin yönetimde söz sahibi olduğu düzen. | Bazıları ülkenin teknokratlar tarafından yönetilmesi gerektiğini savunarak teknokrasiye övgüler diziyor. |
Meritokrasi | Liyakat sistemi; ehil ve başarılı olanların yükseldiği, torpilin olmadığı düzen. | İşlerin tanıdığa göre değil de liyakatle yürüdüğü bir meritokrasi hayal ediyorum. |
Tikel | Tekil, bireysel; genelin içindeki tek örnek. | “Kedi” genel bir kavramdır ama “bu beyaz kedi” tikel bir örnektir. |
Tümel | Genel olan, bütüne ilişkin; birçok öğeyi kapsayan. | “Bütün insanlar ölümlüdür” önermesi tümeldir, herkes için geçerlidir. |
Kılgısal | Pratik, eyleme ilişkin; uygulamaya dönük. | Theorik bilgiyi kılgısal beceriye dönüştürmek için bol bol pratik yapmak gerekir. |
Yorumsama | Yorumlama; bir metni veya olguyu anlamlandırma, açıklama işi. | Eski şiirin farklı yorumsamaları var; her okuyan ayrı bir anlam bulmuş. |
Hermenötik | Yorumbilim; metinlerin derin anlamlarını çözümlemeye yönelik yöntem, özellikle kutsal metin yorumlama. | Profesör İncil pasajlarını hermenötik yaklaşımla inceledi, satır aralarındaki mesajları tartıştı. |
Sönümlenmek | Giderek azalıp ortadan kaybolmak (ses, etki, titreşim için). | Kamp ateşi sönerken çıtırtıların da yavaş yavaş sönümlendiğini duyduk. |
Görüngü | Fenomen; ortaya çıkan olay veya olgu, görünen şey. | Bilincin kendisi bilim insanları için hala gizemli bir görüngü olmayı sürdürüyor. |
İçkin | Bir şeyin kendi yapısında bulunan; kendi içinde olan (aşkın olmayan). | Kimi filozoflara göre Tanrı evrene içkindir, yani evrenin dışında değil, bizzat içindedir. |
Aşkın | Transcendent; deneyimin ötesinde, bu dünyanın dışında veya üstünde olan. | Peygamber dağa çıkıp aşkın bir deneyim yaşadığını, dünyevi alemin ötesine geçtiğini anlattı. |
Özdeşlik | Aynılık; bir şeyin kendisiyle aynı olma durumu. | Matematikte x = x ifadesi özdeşlik gösterir, her koşulda doğru olan bir denklemdir. |
Çelişmezlik | Birbiriyle tutarsız olmama durumu; bir şeyin aynı anda hem doğru hem yanlış olamayacağı ilkesi. | “Hem vardır hem yoktur” demek mantık kuralına aykırı; çelişmezlik ilkesini ihlal ediyor. |
Pozitivizm | Olguculuk; sadece bilimsel ve gözlenebilir olguları kabul eden, metafiziği reddeden felsefi akım. | Pozitivizm 19. yüzyılda bilimsel düşünceyi yüceltirken dini ve metafizik açıklamaları ikinci plana attı. |
Kozmopolit | Çok uluslu ve çok kültürlü; içinde farklı kültürlerden öğeler barındıran. | İstanbul tarih boyunca kozmopolit bir yapıya sahip olmuş, pek çok millet aynı sokaklarda yaşamış. |
Mücerret | Soyut, somut olmayan. | Adalet veya aşk gibi mücerret kavramları tartışmak somut konuları konuşmaktan daha zordur. |
Müşahhas | Somut, elle tutulur gözle görülür olan. | Fikrini daha müşahhas bir örnekle anlatır mısın? Tam olarak ne demek istediğini anlayamadım. |
Tekelleşme | Bir alanda tek bir satıcı veya üreticinin hakim duruma gelmesi, tekel oluşturma. | Piyasada tekelleşme olursa tüketici için fiyatlar yükselir çünkü rekabet kalmaz. |
Apolitik | Siyasetle ilgilenmeyen, politik tercihini belli etmeyen. | Konu siyasete gelince apolitik takılmayı tercih ediyor, tartışmalara girmiyor. |
Safsata | Mantık hatası içeren, yanıltıcı akıl yürütme; çürük argüman. | Tartışmada karşı tarafın iddiaları mantıklı gibi görünse de pek çok safsata barındırıyordu. |
Realpolitik | İdeallerden çok çıkarlara ve somut güç dengesine dayanan siyaset anlayışı. | Lider insan haklarından bahsetse de petrol anlaşmalarında realpolitik davranıp pragmatik kararlar aldı. |
Paranoia | Kuruntu; aşırı şüphe ve herkesin kendine zarar vereceği düşüncesi. | Etrafındakilerin fısıldaşmasını bile üstüne alınıyor, bu kadar paranoyak olmak onu çok yoruyor. |
Subliminal | Bilinçaltına seslenen; algı sınırının altında kalan (mesaj, etki). | Reklamın arka fonuna yerleştirilen gizli görselin subliminal bir etki yaratmaya çalıştığı ortaya çıktı. |
Nev-i şahsına münhasır | Kendine özgü, benzeri olmayan; şahsına has özellikleri olan. | Onun nev-i şahsına münhasır bir tarzı var, ne giyimi ne konuşması kimseye benzemez. |
Katalizör | Tepkimeyi hızlandıran unsur; mecazen bir süreci hızlandıran şey. | Arkadaşımın tek bir söz söylemesi tartışmanın alevlenmesinde katalizör etkisi yaptı. |
Şovenizm | Aşırı ve bağnaz milliyetçilik; kendi grubunu üstün görüp ötekileri küçümseme. | Takım fanatikleri arasındaki kavgada tam bir şovenizm havası vardı, herkes kendi tarafını göklere çıkarıyordu. |
Fundamentalizm | Köktencilik; dini veya ideolojik öğretilerin en katı yorumuna bağlı kalma ve değişime kapalı olma. | Bazı okulların müfredatı fundamentalist baskılar yüzünden modern bilimden uzak kalmış durumda. |
İndirgemecilik | Redüksiyonizm; karmaşık olguları tek bir basit sebebe indirerek açıklama eğilimi. | İnsanı sadece maddi yönüyle ele almak indirgemecilik olur, psikolojik ve sosyal yönlerini de hesaba katmalıyız. |
Anarşizm | Otoriteyi reddeden, devletsiz bir toplum hedefleyen siyasi akım. | Anarşistler, insanların devlet olmadan da özgür ve eşit bir biçimde yaşayabileceğine inanır. |
Otoriter | Baskıcı ve buyurgan; demokratik olmayan, aşırı kuralcı (kişi veya yönetim). | Amcam evde çok otoriterdir, herkesin ne yapacağına o karar verir. |
Kinaye | Dolaylı yoldan, üstü kapalı şekilde iğneleme. | Bana doğrudan kızamadığı için "bazıları da hiç düşünmez" diyerek kinayeli konuşmayı tercih etti. |
Hiciv | Eleştiriyi mizah yoluyla yapan edebî söylem; yergi. | Yazar yeni kitabında toplumdaki ikiyüzlülüğü hicivle öyle güzel işlemiş ki okurken gülsek mi ağlasak mı bilemedik. |
Misandri | Erkek düşmanlığı; erkeklere karşı duyulan aşırı olumsuz tutum. | Sadece kadınların söz sahibi olması gerektiğini savunan uç görüşlü grup, misandri ile eleştiriliyor. |
Düalizm | İkicilik; evrenin iki temel öğe (örneğin iyi-kötü, madde-ruh) üzerine kurulu olduğunu savunan görüş. | Zihnin bedenden bağımsız olduğunu düşünmek felsefede düalist bir yaklaşımdır. |
Çoğulculuk | Pluralizm; bir toplumda birden fazla farklı inanç, fikir ve yaşam tarzının bir arada var olmasını olumlu gören yaklaşım. | Demokrasi, çoğulculuk ilkesini benimser; farklı görüşlerin özgürce ifade edilmesini destekler. |
Utilitarizm | Faydacılık; ahlakı, eylemlerin olabildiğince çok kişi için olabildiğince fazla mutluluk getirmesi temelinde değerlendiren etik kuram. | Utilitarist bir bakış açısına göre, bir karar en çok kişiyi mutlu ediyorsa doğrudur; bu yüzden tren rayı ikilemindeki tercihi buna göre yaparlar. |
Teizm | Tanrı'nın varlığına inanan görüş; tek ya da çok tanrılı dinlere genel olarak verilen ad. | Teizme göre evren bir ilahi güç tarafından yaratılmış ve düzenlenmiştir. |
Politeizm | Çoktanrıcılık; birden fazla tanrıya inanma. | Antik Yunan politeist bir toplumdu; Zeus, Athena, Poseidon gibi birçok tanrıları vardı. |
Monoteizm | Tek tanrıcılık; tek bir Tanrı'ya inanma inancı. | İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik monoteist dinlerdir; hepsi tek Tanrı inancını paylaşır. |
Paganizm | Putperestlik; semavi dinler öncesi eski çok tanrılı ve doğa merkezli inançlara verilen ad. | Köydeki antik kalıntılar pagan ritüellerinin izlerini taşıyor, güneş ve ay için adak adarlarmış. |
Bohem | Düzensiz, kaygısız ve günlük sıkıntıları umursamayan (yaşam tarzı). | Üniversite yıllarında bohem bir hayat yaşadı, bir sırt çantasıyla ülke ülke dolaştı. |
Melodramatik | Fazlasıyla duygusal ve abartılı (anlatım veya davranış). | Arkadaşım küçük bir olayı öyle melodramatik anlattı ki sanki dünyanın sonu gelmiş sandım. |
Pretensiyöz | Gösterişli ve iddialı görünmeye çalışan, kendini önemser şekilde yapmacık. | Yazarın üslubu biraz pretensiyöz bulundu; gereksiz süslü kelimelerle dolu cümleler okuru yordu. |
Transhümanizm | İnsan gelişimini teknolojik olarak ilerletmeyi, insan sınırlarını aşmayı hedefleyen akım. | Bazıları transhümanizmin bir gün ölümü yenebileceğini düşünüyor; mesela bilincimizi bir bilgisayara yükleyebileceğimiz öngörülüyor. |
Veganizm | Hiçbir hayvansal ürünü kullanmama ve tüketmeme prensibine dayalı yaşam biçimi. | Sağlığı ve etik duruşu nedeniyle veganizmi seçti, et, süt, yumurta hiçbirini tüketmiyor. |
Etnosentrizm | Kendi kültürünü merkez alıp diğer kültürleri ona göre yargılama eğilimi. | Turist gittiği her yerde "Bizim memlekette böyle değil" diyerek etnosentrik bir tavır takındı. |
Emperyalizm | Sömürgecilikten de ileri, siyasi veya ekonomik nüfuz yoluyla yayılmacı büyük güç politikası. | Emperyalizm çağında büyük devletler ham madde ve pazar için Afrika ve Asya'ya el attı. |
Sömürgecilik | Kolonyalizm; bir devletin başka bir milleti hakimiyeti altına alıp kaynaklarını kendi çıkarına kullanması. | Sömürgecilik döneminde yerli halklar uzun süre ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördü. |
Proletarya | İşçi sınıfı; emek gücünden başka satacak şeyi olmayan toplum kesimi. | Sanayi Devrimi'nde fabrikalarda uzun saatler çalışan proletaryanın hayatı oldukça zordu. |
Burjuvazi | Orta ve üst sınıf şehirli kesim; sermaye sahibi egemen sınıf. | Yazar romanda burjuvazinin lüks içindeki yaşamını ve işçi sınıfıyla arasındaki uçurumu eleştiriyor. |
Kleptokrasi | Yönetenlerin ülke kaynaklarını kendi cebine indirdiği yolsuz düzen; hırsızların yönetimi. | Devlette peş peşe patlayan yolsuzluk skandalları ülkenin bir kleptokrasiye dönüştüğü eleştirilerine yol açtı. |
Kronizm | Eş-dost kayırmacılığı; iş ve pozisyon dağılımında arkadaşları kayırma. | Yeni müdürün tüm üst düzey görevlere eski arkadaşlarını getirmesi kronizmin bariz bir göstergesiydi. |
Gerontokrasi | Yaşlıların gençlere kıyasla iktidarı elinde tuttuğu yönetim şekli. | Parti hep aynı yaşlı liderler tarafından yönetildiği için genç üyeler "Bu tam bir gerontokrasi" diye sitem ediyor. |
Otokrasi | Tek kişinin mutlak egemen olduğu yönetim biçimi; mutlak monarşi ya da diktatörlük. | Ülkede parlamentonun yetkileri kaldırılınca fiilen bir otokrasiye geçilmiş oldu. |
Despotizm | Zorbalık; tek bir yöneticinin keyfî ve baskıcı idaresi. | Halk, yıllarca süren despotizmin ardından nihayet özgür seçimlerle demokrasiye geçti. |
Demagoji | Halkın duygularını okşayarak, mantıklı çözüm önermeden destek kazanma yöntemi. | Konuşmasında bolca demagoji vardı; alkış almak uğruna gerçekçi olmayan sözler söyledi. |
Endoktrinasyon | Beynini yıkama; sorgulamadan belirli fikirleri benimsetme. | Bazı kapalı gruplar üyelerine sürekli aynı şeyleri tekrar ederek endoktrinasyon uyguluyor. |
Politik Doğruculuk | Kimseyi incitmeyecek, toplumsal duyarlılıklara uygun dil ve davranış kullanma tutumu. | Arkadaşım eski fıkraları artık anlatmıyor, politik doğruculuğa dikkat etmek lazım diyor. |
Sosyal Darwinizm | Toplumsal yaşamda güçlülerin zayıfları elemesi gerektiği gibi yanlış bir bakış açısını, doğal seçilim anlayışını topluma uyarlayan ideoloji. | Fakirlerin durumunu doğal seleksiyonun sonucu gibi görmek sosyal Darwinist bir yaklaşım; oysa toplumsal adalet bambaşka bir konu. |
Irkçılık | Bir ırkı veya etnik grubu diğerlerinden üstün görme ve buna göre ayrım yapma ideolojisi. | Ten rengi yüzünden birine kötü davranmak açıkça ırkçılıktır ve asla kabul edilemez. |
Koşullanma | Şartlanma; tekrar ve deneyim yoluyla bir canlıda belirli bir uyarana karşı belli bir tepki oluşturma. | Pavlov'un köpeği zil sesiyle mama arasında bağ kurarak koşullanma gösterdi; zil çalınca ağzı sulanıyordu. |
Plasebo | Etkin bir ilaç olmayan ama hasta inanırsa etkisi varmış gibi sonuç veren madde. | Doktor, hastasına vitamin verip ağrı kesici dedi; hasta da plasebo sayesinde gerçekten ağrısının geçtiğini hissetti. |
Paradigma Kayması | Yerleşik bakış açısının köklü biçimde değişmesi. | Kopernik'in, dünyanın evrenin merkezi olmadığını göstermesi bilim tarihinde büyük bir paradigma kayması yarattı. |
Nosyon | Kavram, genel fikir; bir şey hakkındaki temel anlayış veya görüş. | Demokrasi nosyonu farklı toplumlarda değişik şekillerde anlaşılabiliyor; kimi bireysel, kimi toplumsal özgürlüğü vurguluyor. |
Prekariyat | Güvencesiz işlerde çalışan, sürekli belirsizlik içinde yaşayan yeni sosyal sınıf. | Küresel ekonomide pek çok genç prekaryaya dahil, ne sabit işleri ne de sosyal güvenceleri var. |
Simülakr | Aslından koptuğu halde gerçekmiş gibi sunulan kopya veya imge. | Televizyonlardaki mükemmel aile görüntülerinin bir simülakr olduğunu, gerçeği yansıtmadığını artık anlıyoruz. |
Mukadderat | Alın yazısı, kaderde olan; önceden takdir edildiğine inanılan olaylar bütünü. | Elinden geleni yaptıktan sonra "Artık mukadderat" diyerek sonucunu kabullenmeye çalıştı. |
Sembolizm | Simgecilik; 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan, anlamı sembollerle ifade eden edebiyat akımı. | Şairin sürekli gül ve bülbül metaforlarını kullanması Sembolizm akımından etkilendiğini gösteriyor. |